5 Mayıs 2009 Salı

FİLİBELİ AHMET HİLMİ Kimdir

FİLİBELİ AHMET HİLMİ

Ahmet Hilmi, 1281/1865 yılında şimdi Bulgaristan sınırları içinde kalan Polovdiv (Filibe)’de doğar. Filibe ismi M.Ö 342’de şehri bir tepe üzerinde kuran Makedonya kralı II. Filip’e dayanır. Filibe 1361’de Osmanlıların egemenliğine geçmiş ve 1878’deki Osmanlı-Rus harbine kadar yaklaşık olarak eş yüz yıl kadar Osmanlı hâkimiyetinde kalır. Filibeli Ahmet Hilmi’nin babası Şahbender (konsolos) Süleyman Bey, annesi Şevkiye hanım ‘dır. Ahmet Hilmi ilk tahsilini Filibe’de yaptıktan sonra İstanbul’a gelerek Galatasaray Sultanisi’nden mezun olur. Ailesiyle birlikte bir müddet İzmir’de bulunur. Daha sonra Düyun-u Umumiye idaresine girerek memuriyet hayatına başlar (1890). Görevli olarak Beyrut’a gönderilir. Burada Jöntürkler’le ilişki kurar. Büyük ölçüde onların etkisiyle Mısır’a kaçar. Mısır’da iken Terakki-i Osmanî cemiyetine üye olur. Yine Mısır’da “Çaylak” adında bir dergi çıkarır.

1901 yılında İstanbul’a dönse de siyasi suçlu olarak yakalanıp Fizan’a sürülür. Fizan’da iken belki sürgün hayatının etkisi ile tasavvufa merak sarar. Arusi tarikatına girer. Bu intisabın etkileri daha sonra yazdığı kitaplarına yansıyacaktır. II. Meşrutiyetin ilanından sonra tekrar İstanbul’a döner ve İttihad-ı İslam adlı bir haftalık gazete çıkarır (1908). Filibeli 18 sayı çıkan bu gazetede o dönem üzerinde çokça durulan ve Osmanlı Devletinin siyaset olarak bel bağladığı İttihad-i İslam (İslam Birliği) siyasetini birçok yönüyle ele almaya çalışır. 1910’da ise haftalık Hikmet Gazetesini çıkarmaya başlar. 9 Eylül 1911’de günlük Hikmet gazetesini çıkarmaya başlar. Bu gazetede yazdığı yazılarda İttihat ve Terakki’yi eleştirir. Bu sebeple bir buçuk ayda beş defa kapatılır. Aynı yıl içinde gazetesi ve matbaası süresiz kapatılarak Bursa’ya sürülür. 1912 Ağustosunda Hikmet’i yeniden çıkarmaya başlar, bu dönemde Birinci Dünya savaşı Balkan savaşlarının çıkacağına dair yazılar yazar.

Filibeli, yenileşme meselesini geleceğe ait bir ölüm kalım meselesi olarak görür. Ona göre hayat yenileşme demektir. Bir hali muhafaza fikriyle hayat fikrini bileştirebilmek için kara cahil veya tamamıyla cahil olmak gerekir. Evrim süreci, zaman ve çevrenin değişimi, şahıslar gibi toplumları doğal seçimlere mecbur bırakır. Bu mecburiyetten kaçınmaya kalkışmak, fikri duraklamadır ki, önce hastalığı sonra da ölümü doğurur.

Filibeli’ye göre geçen bin yılda İslam âlemine hâkim olan eğilimler bu gerçeklerden habersiz olmakla kalmadılar, Müslümanları zamanın dışına ittiler. İslam toplumunu, Rabbani irade demek olan sünnetullah, yani tabiata ve insana hükmeden kanunlarla karşı karşıya getirdiler, İslam toplumlarını, bu Rabbani iradeye çarparak kırdılar. Çağlar boyunca duraklama ve alçalma amilleri, İslam binasını kemirip, temellerini yıprattıktan sonra, dış saldırıların da başlamasıyla, üç yüz yıldır İslam âlemi cehaletin zulmetiyle karardı, bütünüyle mahkûm hale geldi. Daha sonra bu çöküşün ve sefaletin neden olduğunu sormaya başladılar.

Filibeli, ıslahat ve yenilik için “içtihat” kurumunun işletilmesini savunur. Ona göre içtihat küçücük, fakat çok etkili bir kelimedir. “içtihat kapısı kapandı” demek ruhi ve toplumsala ihtiyaçlara çare arama kapısı kapandı demektir. Böyle bir söz, bir sosyal topluluğun dini hislerine ve ihtiyaçlarına idam hükmü vermekten başka bir mana taşımaz. Çünkü bu söz aynı zamanda tabii ve insani kanunları, zamanın ve çevrenin sürekli değişimini, gelişim ve ilerlemeyi, insanlığı inkâr etmek demektir. Oysa içtihadın zamanın ortaya çıkardığı ihtiyacı görmek anlamına geldiği bilinmelidir.

Dönemin İslamcılık akımına dâhil olan ve bu fikir etrafından görüşler beyan eden Filibeli, “Meclis-i Ali İçtihat” kurulu adından yüksek içtihat kurulunun oluşturulmasını ve bu kurulun dünyadaki meşhur Müslüman mütefekkirlerden oluşması gerektiğini söyler. Bunların yapacağı içtihatların Müslümanlar için yol gösterici olacağını söyleyen Filibeli, bu kurulun “Tevhid-i Mesahip” yani var olan mezheplerin incelenerek tek bir çatı altında toplanması gibi bir vazifesinin olduğunu da söylemektedir.

Filibeli’ye göre bu umumi mezhebin en belirgin vasfı “hikmet ve siret” olmasıdır. Ayrıntı kabilinden şekilciliğe dalarak dini hissi öldürmemelidir. Üzerinden durulacak en önemli konu “tevhidin” adam akıllı ortaya konması olmalıdır. İslam dünyası tenzih ve teşbih anlayışının getirdiği yanlış bir Allah tasavvuru ile sapmalara uğramıştır. Filibeli bu konuların ele alınması ile Müslümanların ontolojik tasavvurunu yeniden inşa etmek ister gibidir. Ona göre “Ne şöyledir ne de böyle” itikadi sapmalar olmuştur. Bir yanda boşluğa ulûhiyet atfedenler, diğer yanda insana, türbe ve hatıralara tapanlara kadar ontolojik denge bozulmuştur. Allah tasavvuru yara almıştır. Müslümanların zihninde “Arş denen yerde oturan bir tanrı” fikri yerleşmiştir.

Eserleri: Abdülhamid ve Seyyid Muhammedü'l Mehdi ve Asr-ı Hamidi'de Alem-i İslâm ve Sunisîler (1325/1909), Tarih-i İslâm (2 cilt, 1326/1910), A'mak-ı Hayâl (1326), Vay Kız Beğciği Seviyor (1326), Öksüz Turgut (1326), İstibdadın Vahşetleri yahut Bir Fedainin Ölümü (1326), Allah-ı İnkar Mümkün müdür? Yahut Huzur-ı Fende Mesâlik-i Küfür (1327/1911), Felsefeden Birinci Kitap: İlm-i Ahval-i Ruh (1327), Yirminci Asırda Alem-i İslâm ve Avrupa (1327), Beşeriyetin Fahr-i Ebedisi Nebimizi Bilelim (h.1331/1915), Muhalefetin İflâsı (h.1331), Huzur-ı Akl ü Fende Maddîyyûn Meslek-i Dalâleti (h. 1332/1916), Yeni Akadi: Üssü İslâm (h.1332), Hangi Meslek-i Felsefeyi Kabul Etmeliyiz (1329/1913), Akvâm-ı Cihan (1329), Türk Ruhu Nasıl Yapılıyor? (1329), Türk Armağanı (ty.), Müslümanlar Dinleyiniz (ty.).

Hiç yorum yok: