5 Mayıs 2009 Salı

ALİ SUAVİ Kimdir

ALİ SUAVİ

(1838 – 1879)

1838’de Tanzimat’ın ilan edildiği yılda İstanbul’da doğan Ali Suavi, İmparatorluğun en uzun yüzyılı kabul edilen 18. yy Osmanlı tarihinin fikri, siyasi ve kültürel çalkantılarının odağında olan bir Müslüman aydınıdır. Suavi, devrinin bütün çocukları gibi Sıbyan mektebinde ilköğrenimini gördükten sonra Davutpaşa rüştiyesine devam etmiştir. Daha sonra bir yıl süren, İslami ilimleri, Arapça ve Farsçayı geliştirmek için yaptığı Hac yolculuğu vardır. Hicaza azimet ederken mısırdan beş kuruşa pek eski ve biraz noksan Suyuti’nin “camiu’s sağir” adlı kitabını satın alarak bunun noksanını yazıp tamamını İzmir’e gelene kadar yolda ezberlemiştir. Daha sonra bu hadisleri bir analize tabi tutmuştur. Onun hadis ilmine olan ilgisinden dolayı “hadis muhibbi” lakabı takılmıştır ve hadis ilmi kişiliğini oluşturmada önemli bir etkendir.” Hadis-i şeriflerden zulüm aleyhine şiddetle vürud etmiş olan eserleri mecmuama ekleyip onlarla pek ilgilendim. Ve peygamberin zulüm aleyhine ol derece şiddet göstermesini en büyü ve birinci mucizesi itikad ederim. Bu hadisler beni zulüm aleyhine öyle besledi ki her tüyümü zalime karşı bir kahraman bulurdum” demiştir. Bu Hac yolculuğundan sonra ilk önce İzmir’e gelmiş, oradan da Bursa’ya geçmiştir. Arapça ve Farsçayı bilmesi, İslami ilimlerdeki vukufiyeti, gittiği bütün yerlerde toplumun ve devlet erkânın teveccühünü kazanmasına sebep olmuştur.

Tanzimat Fermanı (1839), Islahat Fermanı (1856), Kanun-ı Esasi (1876) gibi üç dönemin toplumsal ve fikri çalkantıları içinde yetişen Ali Suavi; dönemin birçok aydınında olan devletin bekasının muhafazası ve aynı zamanda, idari yenilenme, eğitim gibi birçok sosyal meseleyi tahlil edip daha rasyonel bir düzenin kurulması çabası ve aceleciliğine sahipti. O’nun bu özelliğinin cemiyet hayatındaki ilk belirtileri yeni görev yeri olan Filibe’de, medresedeki dersleri haricinde yeni cemiyet ve cemaatlerin teşkiline çalışması, milleti tenvir edecek dersler ve konferanslar vermesi; aynı şekilde İstanbul Şehzade Camiinde siyasi ve içtimai konularda vaazlar vermesidir. Ali Suavi, o dönemin ender rastlanılan karakterlerinden biridir. Çünkü o Rüştiye’de muallim, medresede hoca, konferanslarda hızlı bir siyasetçidir.

Suavi ilk gazete deneyimini Londra da çıkardığı “muhbir” adlı gazeteyle yaşamıştır. Bu gazete İslam dünyasına ait birçok sorunu değerlendirmeye almış ve yankı uyandırmıştır. Dönemin en önemli problemi olan Osmanlıyı değerlendirirken meşveret olgusu üzerinde durmuştur. O’nun meşrutiyet yazılarında meseleleri tamamen İslami normlarda ele aldığını görürüz. Meşrutiyetin karşılığı olarak kullandığı ıstılah (usul-ü meşveret) dahi İslami’dir. Keyfi idareyi reddeden Suavi pek tabii olarak, bu rejimin zıddı olan usul-ü meşvereti İslami ölçüler doğrultusunda müdafaa edecektir. O’na göre dahildeki sorunların sebeplerinden birisi de “fakr-ı meşverettir.” Suavi’nin meşrutiyetin ve alt birimlerinin, İslamiyet’in özünde varolduğunu ve bunların zamanla terk edildiğini açıklayan yazılarında, üzerinde durduğu diğer bir konu ise usul-ü meşveretin devlet sisteminde uygulanış şekli olan meclistir: “Elhasıl hükümet-i İslamiye şura üzere tertip olunmuştur. Milletle istişare eden devlet terakki eder. Ne güzel hükümettir o ki, varidat ve sarfiyatı birkaç kimsenin eline kalmayıp umumunun, yani millet tarafından intihap olunmuş beş altı yüz zevatın nezareti altında buluna ve israf vuku bulundurulmaya.” Muhbir gazetesinde “Meşveret meclisi olmadıkça devlet yaşamaz” diyen Suavi, “kurumsallaşmış bir devlette meclis yapı taşıdır, o yerinden oynadığı zaman devlet zarar görür ve teba’nın hakları muhafaza edilemez olur” fikrini işler: “Zira mahkûm-ı tabiat himaye olunmak ister; vüzera hâkim, teba’a mahkûm, hani hâmi?”

Öte yanda aynı gazetede dönemin Girit ve balkan muhacirleri olaylarını gündeme taşımış ve çeşitli kampanyalarla buradaki Müslümanlara yardım toplamıştır. Ayrıca doğu ve batı üzerine derinlikli makaleler yazmıştır. Doğu ile Batıyı kıyasladığı bir yazısında da "şarkta cinslik (ırk) davasına bedel Tevhid davası vardır. Yani Türklük hâkim değildir, Müslümanlık hâkimdir. Avrupa'da ise din hâkim değil cinslik hâkimdir." (Muhbir Gazetesi, 12 Haziran 1868) sözleriyle şarktaki din birliğinin önemine dikkat çekmiştir. Abdulmecid zamanında alınan bir kararla resmiyette “abd ve bende” kavramlarının padişahlara karşı kullanılması yasaklanmıştır. Suavi bu konuda: “ Abdulmecid’e rahmet olsun ki, muharrerat-ı resmiye de abd ve bende tabirlerini kullanmayı yasakladı” demiş ve öven bir yazı yazmıştır. Devletin adaletle yönetimi hususunda “ eğer Ömer gibi bir devlet başkanı isteniyorsa Osman, Ali ve Halid gibi “Allah adamları” (vatandaşlar) olmalıdır” diye yazmıştır. Osmanlı da devletin hüküm gücünü eleştiren bir yazısında:” başkasının varlığına ihtiyaç duymaksızın hükmetme gücü Allah’tadır. İşte bu anlamca insandan hiçbir fert yoktur ki, souverainete’si (amir-i mutlak) olsun. Çünkü kimse ne idrakinde ne idaresinde kendiliğinden değildir… Bu anlamda insan yapısı cemaati gerektir. İnsan cemaati ikidir. Birisi ailesi, diğeri siyasi cemaatidir ki, ümmettir.”

Suavi toplumun ilim ve kültür değerini artırması için kitabi bir kültürün yaygınlaştırılması gereğini dile getirmiştir. “ilim ve kitap medeniyetin gereklerindedir… Bedenin gıdası yemek olduğu gibi, Kalbin gıdası da ilimdir. Kalbin hayatı ameldir. Bu sebepten ilmi olmayan kişinin kalbi hastadır… Velhasıl insanın insan olması hiçbir şeyle değil ilimledir…”

Suavi Avrupa yaşantısının ilk dönemlerinde jöntürklerle birlikte hareket etmiştir. Suavi’nin diğer Jön Türklerden ayrılan özelliği, siyasi ve sosyal sıkıntılara çareler ararken, İslamiyet’i referans almaktan hiç vazgeçmemesidir.

Kısa bir ömre koca bir hayat sığdırmıştır Suavi. 14 yaşında memur olmuş, 18 yaşında Simav’da ve 20 yaşında Bursa da hocalık yapmıştır. 17 18 yaşlarında hacca gitmiş ve Ortadoğu’yu gezmiştir. 28 yaşında Londra da muhbir gazetesini ve 30 yaşında Paris’te ulum gazetesini yayımlamıştır. 27 yaşına geldiğinde telif ettiği eser sayısı 120 civarıdır.

Ali Suavi hayatı boyunca çok atak, her an galeyan halindeki “impulsif” mizacıyla bir çok devlet, siyaset ve kültür adamı ile boğuşmuş ve bu yüzden pek çok düşmanı olmuştur. Nihayet yanındaki kırk kadar adamı ile son çağ Türk tarihine Çırağan hadisesinin tertipçisi ve kurbanı olarak, neticesi belli olan ümitsiz bir isyan hareketinin “sarıklı ihtilalcisi” 1879 yılında, 40 yaşında ölmüştür.

Eserlerinin bir kısmı:

Nesayih-i ebu Hanife şerhi, Terceme-i Tertibi’l-Ulum, Terceme-i Cevami-i İlmi’r-Riyazi, Hukuku’ş-Şevari, Hive, Girit Tarihçesi, Türk, Yarım Fakih Din Yıkar, Kudreti Siyasiye Der Düvel-i İslamiye, İlm-i Usul-ul hukuk, Muhtasar İhyai Ulumuddin Tercemesi, Tedbir-i Servet, Ulema, Herseklilerin İfadatı, Ali Paşanın Siyaseti, Salname, Tercemetü Lügaz-ı Kabes Eflatun, Almanak.

Hiç yorum yok: