16 Nisan 2009 Perşembe

Şeyh Said ile Said Nursi

Şeyh Said ile Said Nursi Bediüzzaman Said Nursî'ye ait Tarihçe–i Hayat isimli eserinin Barla hayatı bölümünün hemen başındaki ilk paragrafta Üstad Bediüzzaman'a mektup yazdığı zikredilen "bir zât"ın kim olduğunu soruyor ve bu hususla ilgili ayrıca mâlumat istiyor. Önce ilgili paragrafı birlikte okuyalım: "Van’da, mezkûr mağarada yaşamakta iken, Şark'ta ihtilâl ve isyan hareketleri oluyor. 'Sizin nüfuzunuz kuvvetlidir' diyerek, yardım isteyen bir zâtın mektubuna, 'Türk milleti asırlardan beri İslâmiyet’e hizmet etmiş ve çok velîler yetiştirmiştir. Bunların torunlarına kılınç çekilmez; siz de çekmeyiniz, teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Millet, irşad ve tenvir edilmelidir' diye cevap gönderiyor." (Tarihçe–i Hayat, s. 135.) Burada, Üstad Bediüzzaman'ın cevap gönderdiği mektup sahibi zatın Şeyh Said olduğunda şek ve şüphe yoktur. Tahlil edildiğinde, Tarihçe–i Hayat'taki konuyla alâkalı bütün bilgiler aynı gerçeğe işaret ettiği gibi, daha başka kaynaklar da aynı noktaya bâriz şekilde parmak basıyor. Meselâ, 1947 senesinde (hem Osmanlıca, hem de Latince) teksir edilen Asayı Musa isimli eserde yer alan İnebolu'lu Nur Talebesi Selahaddin Çelebi'nin "Üstadımızın tercüme–i haline kısacık bir nazar"ı bu kaynaklardan sadece biridir. Zira, burada alenen isim zikrediliyor. Söz konusu kaynakta "İnebolu havalisindeki umum Nur Şâkirdleri nâmına, Selahaddin'in, Üstadımızın Tarihçe–i Hayat'ından çıkardığı bir kısacık hülâsanın bir parçasıdır" denilerek, devamında aynen şu ifadelere yer veriliyor: "Şark isyanında Şeyh Said ve askerleri, Üstadımız Bediüzzaman'ı Şark'taki büyük nüfuzundan istifade için mücadeleye iştirake dâvet ettikleri zaman, cevaben demiş: 'Yaptığınız mücadele, kardaşı kardaşa öldürtmektir ve neticesizdir. Çünkü, Türk milleti bin senedir İslâmiyete bayraktarlık etmiş, dini uğrunda binlerle şehid vermiş ve binlerle velî yetiştirmiştir. Binâenaleyh, kahraman ve fedakâr İslâm müdafilerinin torunlarına, yani Türk milletine kılınç çekilmez ve ben de çekmem' diyerek, hem red cevabı vermiş, hem de mücadelesinden vazgeçmesini söylemiştir." (Adı geçen teksir nüsha, s. 275.) Yukarıda sayfa numarası verdiğimiz her iki kaynakta geçen ifadeler de bilmânâ aynıdır. Aralarında hiçbir farklılık, hiçbir zıddiyet yoktur. Tıpkı, Üstad Bediüzzaman'ın 1913'teki Şeyh Selim'in başını çektiği "neticesiz Bitlis vak'ası"yla ilgili olarak sarf ettiği sözlerinin de aynı mânâda olması gibi. * * * 1925 yılı Haziran ayı sonlarında Diyarbakır'da idam edilen Şeyh Said, lâkabından da anlaşıldığı gibi, Şeyh ve müridleri olan bir zât idi. Nakşibendi tarîkatının bölgedeki halifesiydi. Aynı zamanda âlim olup binlerle talebeleri ve müritleri vardı. Dolayısıyla, kuvvetli dinî itikad sahibi ve bölgede mânevî lider pozisyonunda bir şahsiyet idi. Yeni Türkiye'nin Avrupalaşması karşısında hiddete gelen Şeyh Said, mevcut rejime karşı şiddeti de içine alan bir muhalefet hareketinin başına geçti. Aynı tarihlerde, hiç şüphesiz Üstad Bediüzaman da rejim muhalifi idi. Ancak, Bediüzzaman'ın muhalefeti fiilî ve siyasî değil, müsbet harekete dayanan fikrî ve ilmî bir karakter arz ediyordu. Üstad Bediüzzaman, kendi içtihadına göre bu müsbet metotla ve uzun vadeli bir hizmet tarzı ile yoluna devam ederken, Şeyh Said ise, silâhlı bir kıyâmı kaçınılmaz bir yol olarak gören farklı bir içtihadı tercih etti. Nitekim, aynı içtihadın bir gereği olarak Şark Vilâyetlerinde nüfûz ve kuvvet sahibi olarak bilinen hemen bütün ileri gelenlere "dinî fetvâ"yı da ihtivâ eden bir dâvetnâme gönderdi. İşte, "Kıyâma dâvet" mahiyetine bürünen ve aslı Arapça olan o mektubun Türkçe sûreti: "Kurulduğu günden beri din–i mübin–i Ahmedî'nin (sav) temellerini yıkmaya çalışan Türk Cumhuriyeti Reisi M. Kemal ve arkadaşlarının, Kur'ân'ın ahkâmına aykırı hareket ederek, Allah ve Peygamberi inkâr ettikleri ve Halife–i İslâmı (Abdülmecid Efendi) sürdükleri için, gayr–ı meşrû olan bu idarenin yıkılmasının, bütün İslâmlar üzerinde farzdır. Cumhuriyetin başında olanların ve Cumhuriyete tâbi olanların mal ve canlarının Şeriat–ı Garrâ–ı Ahmediye'ye göre helâl olduğu, birçok ulemâ ve meşâyihin istişaresiyle kararlaştırılmıştır." (Bkz: M. Şerif Fırat'ın "Doğu İlleri ve Varto Tarihi" isimli eseri.) * * * Demek ki, Şeyh Said ile Said Nursî arasında pek mühim bir "içtihat farkı" vardır. Biri kılıçla harb ederken, diğeri kalemle tenvir ve irşad yolunu seçmiş. Ayrıca, Üstad Bediüzzaman'ın içtihadına göre, dahilde kuvvet kullanılmaz. Kuvvet kullanıldığında ise, mâsum canların yanması ve kardeş kanının akıtılması kaçınılmaz olacaktır. Buna ise, din–i İslâm cevaz vermez. Netice–i kelâm: Şeyh Said, kılçla harbetti ve kaybetti. Kalemle cihad eden Üstad Bediüzzaman ise, milyonların imanını kurtarmaya hizmet etti. Son birkaç senedir, müfterilerin ürettiği yeni bir iftira var: Güyâ, Bediüzzaman Said Nursî 1917–1918 yıllarında kurulan Kürt Teali Cemiyetinin aktif bir üyesi imiş. Bu katmerli iftiranın başını çeken, Selçuk Üniversitesinde öğretim görevlisi olan bir avuç "Kemalist Türkçü" akademisyendir. Bunlar, 1998'de kitap çıkardılar. Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi isimli bu kitapta, Bediüzzaman Hazretlerine açıktan açığa iftira ettiler. onu Kürt (Kürdistan) Teali Cemiyetinin kurucusu üyesi diye ilân ettiler. Şimdi, aynı yalan ve iftirayı kurdukları internet sitesinde devam ettiriyorlar. Biz, 1999 yılı Temmuz'unda bu akademisyen gruba gereken cevapları verdik. Attıkları iftirayı madde madde çürüterek yanlışlarını yüzlerine vurduk. Ayrıca, bu konuyu istedikleri platformda tartışmak üzere kendilerine meydan okuduk. Hazırladığımız yazı dizisi tam o­n gün sürdü. Bunlar ise, cesaret gösterip karşımıza çıkmadılar. Bize cevap verme ve yalanlarını savunma cihetine de gitmediler. Dönüp dolaşarak, sanal âlemde sallama kolaylığını tercih ettiler. Söz konusu yazılar gazetemizin arşivinde duruyor. İsteyenlere, yahut ilgi duyanlara bunların bir nüshasını gönderebiliriz. Yine de, bu vesileyle birkaç noktayı nazara vermek icap ediyor. * Kürt Teali, İngilizlerin desteğiyle kurulan ve faaliyet gösteren siyasî, ideolojik ve ayrılıkçı bir cemiyettir. Üstad Bediüzzaman ise, hayatı boyunca bu tür teşekküllere müsbet değil, daima menfi bakmış ve o­nlardan uzak durmuştur. Nitekim, eserlerinde de aynı tavrı takınmış, zararlı cemiyetlere hiçbir surette iltifat etmemiştir. Hatta, esarette iken bu cemiyetlerle teması olan bir talebesi (Müküslü Hamza Efendi) için de "Eyvah! Ne kadar bozulmuşsun" diyerek, bir hafta uğraşıp o­nu "eski hamiyetine" döndürmüş. * Üstad Bediüzzaman'ın Kürt Teali Cemiyeti kurucusu gösterenler, belgelerde yüzde yüz tahrifat yaparak bir yalanı yutturmaya kalkışmışlardır. Bu tahrifatın detaylı bilgisi, söz konusu dizi yazımızda mevcuttur. * Üstad Bediüzzaman'ı o cemiyetin kurucusu gösterenler, bu harp gazisi hamiyetli zâtın o tarihte (6 Kasım 1917) Rusya'da esarette olduğundan bile bihaberdirler. Bundan dolayı da, gerçekleri bilenlerin nazarında madara ve maskara olmuşlardır. (Bkz: Age, s. 144) * Said Nursî, iki buçuk yıllık esaretten kurtulduktan sonra, 1918 yılı ortalarında (Haziran–Temmuz) ancak İstanbul'a vasıl olabilmiş ve zihnen, bedenen, ruhen yıprandığını söyleyerek, uzun süre sosyal hayattan uzak durmuş, Eyüpsultan Kabristanı ve Yuşa Tepesi gibi sakin yerlere gitmiş, buralarda yalnızlık içinde istirahate çekilmiştir. Öyle ki, aradan aylar geçtikten sonra kendisini tanıyanlar o­na şu suâli yöneltmişlerdir: "Neden geldin geleli siyasete karışmıyorsun?" (Bkz: Sünûhât, s. 64) Esaretten sonra siyasete hiç karışmayan, şeytandan kaçar gibi siyasetten kaçarak Allah'a sığındığını söyleyen Üstad Bediüzzaman gibi bir şahsiyet, nasıl olur da "Kürt Teali" gibi ayrılıkçı siyaset fışkırtan bir cemiyete dahil olur. Hiç mümkün mü? Bizler de bu gibi müfterilerin iftirasından Allah'a sığınırız. * Bir zamanlar, yine bir iftira furyası başlatılarak Bediüzzaman Hazretlerinin "zararlı cemiyetler"le irtibatlı olduğu yalanı uyduruldu. Öyle ki, bu konu Meclis'in gündemine dahi taşındı. Konunun muhatabı olan dönemin Adalet Bakanı Fuat Sirmen, çıkıp Said Nursî'nin geçmişte zararlı hiçbir cemiyetle ilişkisi olmadığını resmen ilân etmek durumunda kaldı. (1950 öncesi iki kez Adalet Bakanlığı yapan Sirmen hakkında "komünistlik" iddiasında bulunanlar dahi olmuştur. İşte, bu derece menfi birisi bile, Said Nursî'nin zararlı cemiyetle bağlantısı olmadığını açıklamak zorunda kalmış.) * Üstad Bediüzzaman'ı zararlı cemiyetler içinde gösterenler, akademisyen de olsalar, eğer müfteri değilse hiç tereddütsüz cahildir. Yıllar önce ortaya attığımız bu iddiayı bugün de aynen tekrarlıyor ve aykırı düşünmeye devam edenleri bir kez daha fikir meydanına dâvet ettiğimizi hatırlatarak yazımızı noktalıyoruz. ****************************************************

Hiç yorum yok: