18 Nisan 2009 Cumartesi

Savaş ve Mücadelede Mehmet Akif

SAVAŞ ve MÜCADELEDE MEHMET ÂKİF XIX. yüzyılın sonları ile XX. yüzyılın başlarında Türk milleti, tarihinin en buhranlı dönemini yaşamaktaydı. "TürkAsırları" çoktan geride kalmış, Osmanlı devletinin iskeletinde önemli kırılmalar ve parçalanmalar meydana gelmişti. III.Selim ve II. Mahmut'un başlattığı devletin yapısını ıslah yönündeki reform çalışmaları ileriye doğru daha bir ivme kazandırılarak sürdürülmüş, birbiri ardından gerçekleştirilen Tanzimat ve Meşrutiyet inkılapları da ne yazık ki beklenen sonucu vermemişti. Tam da Mehmet Âkif'in çocukluk yıllarına rastlayan 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı (93Harbi) ile devlet, ağır bir darbe almış; bunun sonucunda Anadolu ve özellikle İstanbul'a Rumeli ve Kafkas'lardan on binlerce Müslüman göç etmek zorunda kalmıştı.Bu yeni göçler, mevcut sorunları daha da artırmıştı. Bu tarihten itibaren Osmanlı devletini SultanII.Abdülhamit, etkili bir mutlakiyetle yönetmeye başlamış, içte ve dışta ağır sorunlarla uğraşmaya ve onları aşmaya çalışmıştı. Ancak YıldızSarayı çevresinde oluşturulan yeni yönetim tarzı, ülkenin genç aydınları tarafından ağır bulunarak eleştirilmiş, yoğunlaşan aydın-asker muhalefeti Meşrutiyetin ikinci kez ilanıyla sonuçlanmıştı. Bir yıl sonra da patlak veren "31 Mart Olayı" ile Sultan Hamit devri sona ermişti. Çok büyük umutlarla gerçekleştirilen Meşrutiyetİnkılabı'nın meydana getirdiği heyecan, yine çok kısa bir süre içerisinde geride büyük hayal kırıklıkları bırakarak sönmüştü. Bu dönemden itibaren Mehmet Âkif'i kendini her bakımdan yetiştirmiş, birçok Doğu ve Batı dillerine vakıf ve kültürlerine de hâkim olarak, inanmış ve toplumuna karşı sorumlu bir aydın tavrı ve donanımı ile cemiyet meydanına atılmış olarak görüyoruz. Sanatı ve şiiri başta olmak üzere bütün gücünü milletinin ve davasının emrine vererek İstanbul'un büyük selâtin camilerinden başlattığı mücadelesini, şair-vaiz olarak ilerleyen zaman içerisinde dalga dalga Anadolu'ya taşımıştı. Onun gözünde toplumu geri bırakan bütün kötü âdet ve anlayışlar, batıl inançlar, işlevini yitirmiş müesseseler en çarpıcı ve realist bir şekilde tasvir ve tenkit edilmiş ve özellikle dinin yanlış anlaşılması karşısındaki ızdırap ve feveranı, gönlünün en derin sayhasına dönüşmüştür. Bilindiği gibi tarihimizin en acı facialarından birini de BalkanHarbi'nde yaşamıştık.Büyük devletimiz, daha bizden yeni ayrılmış Balkan devletçiklerine karşı yüz kızartıcı bir mağlubiyete uğramış ve koskoca Rumeli topraklarını kaybetmiştik. Ordumuz bu mağlubiyeti hiçbir şekilde hak etmemişti. Ancak kötü sevk ve idareden, particilik gayretinden ve tefrikadan dolayı maruz kaldığımız bu yenilgi, Türk subayının onurunu büyük ölçüde yaralamıştı. DevletimizinI.CihanHarbi'ne girmesinde bunun da önemli etken olduğu bir gerçektir. Âkif, Balkan Harbi sırasında Sırat-ı Müstakim dergisini çıkarmaktadır. O yıllarda dergisinde yayımladığı makale ve şiirlerinde ve yine İstanbul camilerinde verdiği ateşli vaazlarında onun feryatlarına şahit oluyorduk. "O gün üstadın coştuğu müstesna bir gündü. Birçok ayetler okudu. Müslümanların şevketli zamanlarını hatırlattı. Sonra düştükleri zilleti önlerine serdi. Sebeplerini izah etti.Cehalete yüklendi. Maarifsiz yaşamanın imkânsızlığını anlattı. Nifakların milletleri nasıl târumâr ettiğini gösterdi. Harp zamanında herkesin uhdesine düşen vazifeyi anlattı. Bir millet ne hâle geliyor da topraklara seriliyor? Bir vatan nasıl oluyor da ayaklar altında kalıyor?Bunu görünüz, anlayınız. Tefrikadan sakınınız. Ye'se düşmeyiniz, birleşiniz! Sahipsiz olan memleketin batması haktır; Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır. "İş bitti, sebatın sonu yoktur!" deme, yılma. Ey millet-i merhume, sakın ye'se kapılma." 1 diye cami kürsülerinden millete haykırıyordu. Henüz Balkan Harbi'nin yaraları sarılmadan devletimiz, bir oldu bitti ile karşı karşıya getirilerek kendiniCihanHarbi'nin alevleri içinde bulmuştu. Almanya ve İngiltere arasında XIX. yüzyılın son çeyreğinden itibaren ortaya çıkan büyük siyasi ve ekonomik rekabet, başta Avrupa ve Balkanlar olmak üzere geniş bir alanda devletlerarası boğazlaşmaya ve bir dünya harbine dönüşmüştü. "Balkandaki yangın daha kül bağlamamışken Bir başka cehennem çıkıversin...Bu ne erken!" demek suretiyle Âkif tekrar feryada başlamış; şiir, makale ve vaazlarıyla milleti galeyana getirerek cepheye çağırmıştı. Mehmet Âkif, CihanHarbi yıllarındaOsmanlı devletinin gizli istihbarat teşkilatı olan "Teşkilat-ı Mahsusa" kanalıyla önce Almanya ve akabinde de Arabistan'daki Necit bölgesine gönderilmişti.Ancak onun aklı, fikri ve ruhu hep Türkiye'de, cephelerde ve özellikle de Çanakkale'de kalmıştı.Almanya seyahatindeyken beraber olduğu ve şahsi meziyetlerini yakından gördüğü Binbaşı Ömer Lütfi Bey'den aldığı askerî bilgiler ve harp fennine dair açıklamalar onu çok rahatsız etmişti. "Çanakkale için ağlamadığı gün yoktu. Ben kavaid-i harbiyeden bahsettikçe canı sıkılırdı. Onun böyle askerî muhakemelere tahammülü yoktu. O daima kati bir kelime isterdi. Bütün dünya hücum etse Çanakkale sukut etmez (düşmez); onun büyük imanı başka bir ihtimale müsait değildi." 2 Daha Arabistan'dan dönmeden askerin Çanakkale'de kazandığı büyük zaferi duyan Âkif, ay ışığında ve gözyaşları içinde muhteşem Çanakkale Destanı’nı yazmıştır.Onun Mehmetçik için yazdığı bu manzumeyi okuyan "Batarya ile Ateş"in ve İstanbul'un işgali üzerine kaleme aldığı "Kara BirGün" adlı makalenin sahibi ünlü edip SüleymanNazif, "Allah'ın şehitleri olduğu gibi şairleri de vardır." 3 demek zorunda kalmıştı. Türk milleti, dokuz asırdan beri her karış toprağı için binlerce şehit vererek vatanlaştırdığı Anadolu coğrafyasındaki son ölüm kalım savaşını, var olma iradesini ortaya koymak suretiyle Millî Mücadele yıllarında vermiştir. Batılı sömürgecilerin ölü masasına yatırdıkları "hasta adam", yeni ve soylu bir şahlanışla hiç ummadıkları bir şekilde tekrar ayağa kalkmıştır.Millî Mücadele Hareketi'nin manevî öncülerinden olan Mehmet Âkif'i, başlangıcından itibaren mukaddes"Anadolu Mücahede"sinin içinde görmekteyiz. "Artık onlar için günlük hayat yoktu. fiahsın geçmişi, şimdiki zamanı ve geleceği yoktu. Son ümmet kütlesinin bir parçasıydılar.Ve onunla birlikte vardılar.Ve o yok olacaksa, onlar da yok olacaktılar." 4 Mehmet Âkif'i 6 fiubat 1920 tarihinde bir Batı Anadolu şehrinde, Balıkesir ZağanosPaşa Cami kürsüsünde,Millî Mücadele lehinde vaaz verirken görüyoruz. O Millî Mücadele hareketi ve İstiklal mücadelesine böylece ilk fiili adımı atmış olur. Ancak bu davranışı İstanbulhükûmetinin, DamatFerit Paşa'nın, hoşuna gitmez ve "Dar'ül Hikmet'ilİslamiye"deki görevinden azledilir.5 Mehmet Âkif'in, İstanbul'da çıkarmakta olduğu Sebil'ür-Reşat (başlangıçtaki adı Sırat-ı Müstakim) dergisinde yayımladığı makalelerinde, Anadolu halkının yiğit direnişini destekler ve Hintli Müslümanlardan Hüseyin Kıdvay'ın Anadolu Mücadelesi'ni öven ve İngilizleri yeren eserini damadı ÖmerRıza Doğrul'a çevirterek dergisinde yayımlar ve bu eseri çoğaltarak bütün Anadolu'ya dağıtır. Mehmet Âkif'i 1920 yılınınNisan ayı başından itibaren İstanbul'dan ayrılıp Anadolu yollarında Ankara'ya hareket hâlinde görüyoruz. "Artık burada duracak zaman değildir. Gidip çalışmak lazım. Bizim tarafımızdan halkı tenvir (aydınlatma)e ihtiyaç varmış, çağırıyorlar.Mutlaka gitmeliyiz. Ben yarın Ankara'ya hareket ediyorum. Hiç kimsenin haberi olmasın.Sen idarehanenin işlerini derle topla. Sebil'ür-Reşat klişesini al, arkamdan gel." 6 Mehmet Âkif'in kendisine talimat verdiği kişi, yakın arkadaşı Eşref EdipBey'dir. Âkif, trenden iner inmez hemen meclise yönelir. Yolda Mustafa Kemal Paşa ile karşılaşır.Onun "Sizi bekliyordum efendim.Tam zamanında geldiniz.fiimdi görüşmek kabil olmayacak. Ben size gelirim."7 sözleri yukarıdaki cümlelerde geçen "İhtiyaç varmış, çağırıyorlar." ifadesini teyit eder mahiyettedir. Kastamonu'da yayımlanmakta olan"Açıkgöz Gazetesi" Âkif'in Anadolu'ya geçiş müjdesini şu satırlarla vermiştir. "Sebil'ür-Reşat başmuharriri büyükİslam şairi Mehmet Âkif Beyefendi'nin Ankara'ya vasıl olduğu Ankara gazetelerinden okunmuştur.Zulme, hakarete tahammül edemeyerek ailesini, refahını İstanbul'da terk ile Anadolu'ya firar edebilen bu vicdanlı şairin Anadolu'muzun ahvalini şiirleriyle terennüm etmesini temenni ederiz." 8 Mehmet Âkif, Ankara'ya geldikten sonra Hacı BayramCami'nden başlamak üzere, halkı Millî Mücadele'ye kazandırmak için heyecanlı vaazlar vermiştir. İsyan bölgelerine gönderilen heyet-i nasıha (nasihat heyetleri)ların başında bulunarak isyanları yatıştırmaya çalışmıştır. Mustafa Kemal'in öncülük ettiği "Kutsal Anadolu Hareketi"nin bir İttihatçı hareket olmadığını, dine ve halifeye karşı asla yapılmadığını en itibarlı bir İslam şairi ve mütefekkiri sıfatıyla halka anlatmıştır. Mehmet Âkif'in bu dönemde Eskişehir, Burdur,Sandıklı, Dinar,Antalya, Afyon, Konya ve Kastamonu'yu dolaştığı tespit edilmiştir.9 Türkiye Büyük MilletMeclisi için yapılan seçimlerde Mehmet Âkif, Biga ve İzmit'ten de milletvekili seçilmesine rağmen, Burdur'a giderek bu şehirden milletvekili olmak istediğini bildirmiştir. Meclis kayıtlarında adı, "Burdur milletvekili ve İslam şairi" olarak geçmektedir. Mehmet Âkif Ankara'ya geldikten sonra, Anadolu'nun birçok şehir, kasaba ve köylerinde vaaz vererek cami ile cephe arasında âdeta bir köprü kurmuştur.Onun bu vaazlarından en etkili olanı Kastamonu'da NasrullahCami'inde vaaz şeklinde irat ettiği nutuktur. Kastamonu'nun Ankara merkezli Millî Mücadele Hareketi'nde başlangıçtan itibaren özel bir önemi vardır.İstanbul'dan gizli bir şekilde yapılan askerî malzeme sevkiyatının çok önemli bir bölümü bu cihetten yapılmıştı. Bu bakımdan Kastamonu, Anadolu Hareketi'nin askerî ve ekonomik ana üst noktasını teşkil etmişti. Mehmet Âkif'in başta Nasrullah Cami olmak üzere Kastamonu'nun kaza ve köylerinde yapmış olduğu konuşmalar, Anadolu'nun diğer vilayetlerindeki konuşmaları gibi heyecanla dinlenmiş ve halkın üzerinde etkisini hemen göstermişti. AncakNasrullah Cami'inde 19Kasım 1920 tarihindeki konuşması, bütün Anadolu şehirlerinde yapmış olduğu konuşmalarının en etkilisi olmuştur. Âkif'in bu meşhur vaazı, başta Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının siyasî ve askerî yönden öncülük ettiği Millî Mücadele Hareketi'nin amaç ve hedeflerinin halka benimsetilmesi, zararlı ve yıkıcı propagandaların etkisinde kalınmadan birlik ve beraberliğin sağlanması yönünde yapılmış çok önemli bir konuşmadır. Âkif, Kur'an-ı Kerim'den okuduğu ayetlerin tefsiriyle Kastamonu NasrullahCamii'ndeki vaazına başlar.Bu konuşmasında, Avrupalıların Müslümanlara karşı tarih boyunca takındığı tutum ve davranışları değerlendirir. Hindistan'da ve Afrika kıtasında Müslümanların başına nelerin geldiğini, onların ne zulüm ve sefaletler çektiklerini; hürriyet ve bağımsızlığımızı koruyamadığımız takdirde aynı alçaltıcı durumların bizim de başımıza gelebileceğini örnekler vermek suretiyle anlatır ve Millî Mücadele Hareketi'nin yürekten desteklenmesi gerektiğini ifade eder. Bunun yanında Batı'nın bilim ve teknolojisine asla yabancı kalınmamasını, hayatın ancak bununla birlikte devam ettirilebileceğini özellikle belirtir. Batılıların yalnızca işleri ve çalışma hayatlarının örnek alınmasını ister. Bu arada Sevr Antlaşması ve bize kabul ettirilmeye çalışılan kapitülasyonlarla ilgili genişçe açıklamalarda bulunarak bunların bizim için ne anlam ifade ettiğini açıklar: "Ey Cemaat-i Müslimîn, Gözünüzü açınız, ibret alınız. Bizim hani senelerden beri kanımızı, iliklerimizi kurutan iç meseleler yok mu?Havran meselesi, Yemen meselesi, fiam meselesi, Arnavutluk meselesi... Bunların hepsi, düşman parmağı ile çıkarılmış meselelerdir. Onlar öyle olduğu gibi bugünkü Adapazarı, Düzce, Yozgat, Bozkır, Biga,Gönen, Konya isyanları da hep o mel'un düşmanın işidir. Artık kime hizmet ettiğimizi, kimin hesabına birbirimizin gırtlağına sarıldığımızı anlamak zamanı zannediyorum ki gelmiştir. Böyle düşman hesabına çalışarak elimizde kalan şu bir avuç toprağı da verecek olursak çekilip gitmek için arka tarafta bir karış yerimiz yoktur.”10 “EyCemaat-i Müslimîn, İşte bugün bizden istedikleri ne filan vilayet, ne sancaktır.Doğrudan doğruya başımızdır, boynumuzdur, hayatımızdır, saltanatımız(egemenliğimiz) dır, devletimizdir, dinimizdir, imanımızdır."11 "Zavallı dindaşlarımızdan ibret alalım da İslâm'ın son sığınağı olan bu güzel toprakları düşman istilası altında bırakmayalım.Üzüntüyü, miskinliği, ihtirası büsbütün atarak azme, din için savaşa, birliğe sarılalım.Cenab-ı Kibriyâ, Hak yolunda savaşmak için meydana atılan azim ve iman sahipleriyle beraberdir." 12 İstiklal Harbimizin en önemli belgelerinden ve dinî hitabetle halkı coşturmanın en güzel örneklerinden biri olan bu mev'ize (konuşma) Sebil'ür-Reşat dergisinde yayımlanmış, bütün Anadolu'ya ve cephelere okunmak için gönderilmiştir.El-Cezire kumandanı Nihat Paşa, bu vaazıyla ilgili olarak Âkif'e çektiği telgrafta şunları söylemiştir:"NasrullahCami-i fierifi'nde irat buyurduğunuz mev'izenin bulunduğu mecmuanın ancak bir nüshası elde edilebilmiştir.Diyarbekir Cami-i Kebiri'nde müminlere okunmuştur.Fakat bu istifade pek mahdut kalacağından cephe mıntıkasını teşkil eden Elaziz, Diyarbekir, Bitlis,Van vilayetleriyle civar müstakil mutasarrıflık (o günkü idari taksimatta idari birim) lar halkı da nasibedâr edilmek ve şerefiyle, hukuku doğrudan doğruya zat-ı âlinize ait olmak üzere Diyarbekir vilayet matbaasında tab' ve teksir edilerek bütün cepheye dağıtılmıştır.Cenab-ı Hak'kın vatanperver ve dinî gayretlerinizi meşkûr eylemesi temennisiyle hürmetlerimi takdim ederim." 13 Karşılığında Mehmet Âkif de NihatPaşa'ya teşekkürlerini telgrafla bildirmiştir. Mehmet Âkif, bir aydan fazla bir süre Kastamonu ve kazalarında kaldıktan ve her gittiği yerde halkı coşturan ve gözyaşlarına boğan konuşmalar yaptıktan sonra Ankara'ya dönmüştür. Mustafa Kemal Paşa Âkif'le görüşerek onun İstanbul'da iken de Millî Mücadele lehine yazılar yazdığını söyleyerek takdirlerini ifade etmiş ve özellikle Kastamonu'da yaptığı konuşmalar için"Sevr muahedesinin memleket için ne kadar fecî bir idam hükmü olduğunu Sebil'ür-Reşat kadar hiçbir gazete memlekete neşredemedi. Manevî cephemizin kuvvetlenmesine Sebil'ür-Reşat'ın büyük himmeti oldu. Her ikinize de (Âkif ve Eşref Edip) bilhassa teşekkür ederim." 14 demiştir. O günlerin manevi havası Ankara'da Eşref Edip'in ifadesiyle aynen şöyledir:"O günler ne kutsî, ne mübarek günlerdi.O günleri yaşamayanlar, bunu mümkün değil anlayamazlar. Herkes nefsine ait her şeyden feragat etmiş, memleketin halas (kurtuluş) ından başka bir şey düşünemiyor. Herkes şahsî emellerini bir tarafa bırakmış, bütün fikirler, gönüller bir noktada toplanmıştı.Hırslar, husûmetler... Hep ayaklar altına alınmış... Ortada yalnız uhuvvet, samimiyet dalgalanıyordu.Müşterek tehlike bütün kalpleri sımsıkı bağlamıştı. Herkes birbirini candan seviyordu. Bütün gönüller, bütün meclisler, Ankara'nın dağları taşları samimiyet ve sevgi içinde idi." 15 Burdur milletvekili olarak I.DönemTürkiye Büyük Millet Meclisi'ne seçilen Âkif'i mecliste çok az konuşurken görüyoruz. Bir çeşit destan hayatı yaşanan Ankara'da o, Tacettin Dergahı'na yerleşmişti.Dergâh deyince "Dervişler, ayinler hatıra gelmesin; eşraftan birinin selâmlık dairesi... Ufak bir köşk gibi muntazam yapılmış, içi dışı boyalı, döşenip dayanmış."Âkif İstiklâl Marşı'nı bu dergâhta yazmıştır."Millî heyecanı koruyacak, millî azim ve imanı manevî alanda besleyerek zinde hâlde tutacak bir millî marş"ın Âkif tarafından yazılış ve kabul edilişini yakın arkadaşlarından MithatCemal Kuntay şöyle anlatır:"İstanbul'da bazı gazeteler manda isterken Âkif'in göğsü Ankara'da yazacağı İstiklâl Marşı ile dolu idi. Yalnız, marşın sesini Ankara'da buldu." 16 Mehmet Âkif, "Millî Mücadele'nin destanî marşını yazmakta güçlük çekmez.Hatta diyebiliriz ki İstiklâl Marşı'nı imanı ile o yazabilirdi.İsyanıyla ve ızdırabıyla o yazabilirdi; ömrünce yaptığı hazırlığın kazandırdığı hüviyetiyle o yazabilirdi." 17 Gerçekten de Millî EğitimBakanlığının marş için açtığı yarışmaya 724 şiir gelmiş, bunlardan 7 tanesi değerlendirmeye alınmıştı.Ancak onlar da zayıf ve yetersiz görülmüştü.Devrin kudretli Millî EğitimBakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver, marşı ancak Âkif'in yazabileceği düşüncesiyle ona bir mektup göndermiş ve onu, Millî Marş'ı yazma hususunda ikna etmiştir. Başlangıçta Âkif para ödülü konulduğu için müsabakaya katılmamıştı.Bu mektup üzerine daha fazla dayanamamış, marşların en güzeli olan İstiklâl Marşı'mızı o günkü heyecanlardan ilham alarak Tacettin Dergâhı'ndaki odasına kapanarak yazmış ve kahraman ordumuza ithaf etmiştir. Türkiye Büyük MilletMeclisi'nin 12 Mart 1921 günkü toplantısında Hamdullah Suphi Bey kürsüye gelerek gür ve heyecanlı bir sesle şiiri okumaya başlamıştır. Bütün meclis büyük bir heyecan içinde şiiri üst üste üç kez dinleyerek ezici çoğunlukla "Millî Marş" olarak kabul etmişti. fiiir, meclis tarafından dördüncü defa da ayakta dinlenerek tarihî binada yankılanmıştır. Mehmet Âkif, derin bir mahcubiyet içinde o günkü meclis toplantılarına tevazuundan katılmayarak meclisin bahçesine çıkar.Kanunî bir mecburiyetten dolayı tahakkuk ettirilen 500 lirayı da "Fakirİslâm kadın ve çocuklarına iş öğreterek sefaletlerine son vermek" amacıyla kurulmuş "Dâr'ül-Mesaî" adlı hayır kurumuna verir. Hâlbuki o sıralarda Âkif'in sırtında paltosu yoktur ve birçok kişiye de borçludur. Bundan sonra da Âkif, şiir ve makaleleriyle Millî Mücadele hareketini sonuna kadar destekleyerek sıkıntılı günler geçiren meclisin Kayseri'ye nakli fikrine kesinlikle karşı çıkmış; "Biz buradan geriye gitmektense Sakarya Cephesi'ne askerimiz gibi vuruşup şehit olmaya gideriz." diyerek "BüyükZafer"in kazanılmasında etkili olmuştur. Zaferden sonra TBMMyenilenir, Mehmet Âkif de artık yenilenen mecliste milletvekili değildir.O, İstanbul'a Millî Mücadele hatırası olarak aldığı İstiklalMadalyası ve meclis üyelerine verilen mavzer tüfeğiyle döner.Manevî değeri çok yüksek olan bu iki armağanı hayatının sonuna kadar kutsî bir hatıra olarak muhafaza etmiştir. Âkif, ömrünün geride kalan kısmını bir yazarımızın da ifadesiyle "Düşüncelerinden dönmeden, paraya ve mevkiye yaltaklanmadan, vicdanına hıyanet etmeden, gururunu çiğnetmeden insan olarak kalarak ve Hak bellediği yolda yalnız olarak giderek..." 18 tamamlamıştır. En yakın arkadaşı FatinGökmen onu, şu dörtlükle en iyi ve özlü bir şekilde tanıtarak ölümüne tarih düşmüştür. "Mum gibi yandı ciğer, çünkü vatan türküsünü Hep geçen kapkara günlerde terennüm etti. Çıktı "Kırklar" bir ağızdan dediler tarihin İçimizden vatanın şairi "Âkif" gitti." __________________ 1 Eşref Edip, Mehmet Âkif Hayatı ve Eserleri,İstanbul, 1939, s. 37-38. 2 Eşref Edip, age., s. 44. 3 D. MehmetDoğan, Camideki fiair Mehmet Âkif, İstanbul, 1989, s. 9. 4 Sezai Karakoç, Mehmet Âkif, İstanbul, 1978, s. 25. 5 AhmetKabaklı, Mehmet Âkif, İstanbul, 1984, s. 31. 6 M.Ertuğrul Düzdağ, Safahat, İstanbul, 1987, s. 37. 7 M.Ertuğrul Düzdağ, age., s. 37. 8 Ahmet Kabaklı, age., s. 32. 9 M.Ertuğrul Düzdağ, age., s. 37. 10 Mustafa Eski, Millî Mücadelede Mehmet Âkif Kastamonu'da, s, 19, 27. 11 Mustafa Eski, age., s. 27. 12 Mustafa Eski, age., s. 34. 13 Ahmet Kabaklı, age., s. 34. 14 M.Ertuğrul Düzdağ, age., s. 39. 15 Eşref Edip, age., s. 71. 16 Neriman Malkoç Öztürkmen, Mehmet Âkif ve Dünyası, s. XXIII. 17 D. Mehmet Doğan, age., s. 60. 18 Hilmi Yücebaş, BütünCepheleriyle Mehmet Âkif, İstanbul, 1958, s. 101.

Hiç yorum yok: