18 Nisan 2009 Cumartesi

MÜCADELE ve AKİFİN ÜLKEDEKİ SON YILLARI

MÜCADELE ve AKİFİN ÜLKEDEKİ SON YILLARI
Mehmet Akif Ersoy
Yükleyen ebbkr"> Nisan 1920 de Ankara’ya gelmiş. Din adına açılmış bir Meclis ve bir cihat vardır İttihat Terakki yönetimine Müslüman değil gözüyle bakan halk, düşman işgaline karşı sessizliğini bozmadığı zamanda M.Kemal onu çağırmış (Halk üzerindeki etkini bildiği için); kuracağı Meclisin şeri bir Meclis olacağını, Başında İslam Halifesinin bulunacağı vaadini yapmıştır. 19 Kasım 1920 günü Kastamonu Nasrullah Camii kürsüsünde meşhur vaazını yapar. Vaazı, tekrar açılan 464 nolu Sebilürreşatın 12 tam sayfasını içerir. Tekrar tekrar basılır, binlerce dağıtılır. El Cezire Cephesi Komutanlığı Diyarbekir vilayet matbaasında 32 sayfalık bir kitapçık halinde bastırır, bütün cepheye dağıtır. Hafız Ömer anlatır: o sabah kahvaltıda aynı yere davetli idik. Yanında bir kitap gördüm, sordum; Tefsiri Celaleyn olduğunu söyledi. Kelamı Kadim gibi okurum. Şimdiye kadar 18 defa hatmettim. Şimdi 19.hatimeye devam etmekteyim, dedi. Akif,1920–1923 Mayısına kadar Burdur Milletvekiliydi. 2.Meclis için yapılan seçimlerden Müslümanlar ve sisteme muhalif olanlar tasfiye edildi. 1925 yılında mısırdan geldiğinde siyasi, dini, fikri, bütün çevrenin devlet terörü altına alındıklarını gördü. Başmuharrir olduğu Sebilürreşat kapatılmış, yakın dostu Eşref Edip tutuklanmış, İstiklal Mahkemelerinde yargılanıyordu. Sebilürreşat yaptığı yayınlarla halkı isyana teşvik suçundan yargılanıyordu. Yakın dostu Tefsir âlimi Hasan Basri Çan tay’ın anlattığına göre Akif’in Mısır’a son gidişi kimilerinin dediği gibi şapka kanunu yüzünden değildi. O, rejim devlet düşmanı sayılarak polis tarafından takip altına alınmıştı ve bu durum Üstat Akif’in çok zoruna gitmişti. Daha ülkeden ayrılmazken emeklilik maaşını vermediler, iş vermediler yetmedi peşine polis taktılar. AKİF NE YAPABİLİRDİ İstiklal Marşı müsabakasında mükâfat olarak 500 lirayı almayıp hayır kurumuna veren Akif o günün kış soğuğunda Meclis giderken bir arkadaşının muşambasını emanet alır giderdi. Şefik Kalaylıdır bu. Kendisine iyi niyetle; Akif Bey, hiç olmazsa sırtına bir palto alsaydın dediği için kızıp darıldığı arkadaşıdır bu. On yıllık bir savaşın ardında kalan, harap ve bitap bir halk. Topu sekiz milyon. 3/2 i yaşlı, kadın ve çocuk, kalanı ise harp yorgunu, yaralı, hasta ve bakımsız bir toplum. Yolsuz, telefonsuz, radyosuz bir zamanda böyle bir halkın başına kurtarıcı gelen sivil ve subaylardan oluşmuş bir kadronun yapacağı değişikliklere yanlış da olsa kim muhalefet edebilirdi. Akif’in gücü de ortadaydı. Oğlu M.Emin Ocak 1967’de Tophanede terkedilmiş bir kamyonetin karoseri içinde soğuktan donmuş bir şekilde bulundu. Yatacak yeri yoktu. Burayı kendine ev edinmişti. AKİF-MÜSLÜMANLAR ve İTTİHAT TERAKKİ Akif de diğer Müslümanlar gibi Meşrutiyetten önce İttihat terakkiye üye olanlardan biriydi. Mustafa Sabri Efendi, Bediüzzaman vb. gibi. Yalnız o cemiyete girerken yapılan yemin metnini o şekli ile kesinlikle kabul etmeyeceğini söylemiş ve uzun bir tartışmadan sonra cemiyetin yemin metni değiştirilerek önüne gelmişti. Metnin aslında şöyle bir ifade vardı: “Cemiyetin her yaptığına kayıtsız şartsız itaat edeceği ifadesi”. Ben ancak maruf olan işlerine itaat ederim demişti. MISIR HAYATI VE SEFALET PARAM YOK: Hilvan’dan Kahire’ye inerken bazen yol parası bulmakta zorlanıyorum.(Eşref Edip’e yazdığı bir mektuptan.) MISIRDA TÜRK TALEBELER VE SOHBETLERİ Öğrencilerden biri Yozgatlı İhsan Efendidir. Türkiye’ye dönerken yazmış olduğu Kuran Malini kendisine emanet ettiği şahıstır. Bu zat şu an İKÖ başkanı olan Ekmeleddin İhsan oğlunun babasıdır. Bir diğer öğrenci İsmail Ezherli Efendidir. Bu zat daha sonraları Diyanet Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı yapacak zattır. BİR TAVSİYESİ Müslümanların özellikle Arapçadan sonra en az ikinci dil olarak İngilizceyi öğrenmelerini tavsiye ederdi. Dünyada İslami eserlerin en çok bu iki dil ile yazıldığını söylerdi. MISIRDA FERDİ VECDİ İLE MÜLAKATI Birçok eserlerini Türkçeye tercüme ettiği Mısır ulemasından Ferid Vecdi ile ilk görüşmesini anlatır; Ben bizim Birgivi Arapçasıyla konuşmaya başladım. Zahmet çekme, Ben Türkçe bilir, dedi. Daha sonralar Şeyh M.Abduh’un mektebinden yetişmiş Şeyh Meraği ile görüşür, sohbetler eder. Akif onu över, takdir ederdi. Meraği Ezher’de büyük ıslahat yapmak için uğraşan biriydi. MISIRLI ABDÜLVAHHAB AZZAM ve AKİF Hilvan’da sık sık buluşup görüştüğü bir dostuydu. Ezher’de hocaydı. Akif, A.vahhab Azzam’a Pakistanlı Şair M.İkbal’ı tanıtmış, onun eserlerini birlikte okumuşlardır. Daha sonra Azzam, İkbal hakkında bir kitap yazarak onu Arap âlemine tanıtmıştı. Akif’in damadı olan Ömer Rıza Doğrul’da aslen Mısırlıydı. Akif’le bu dostların birçoğunu buluşturan bu damadıydı. Ömer Rıza Doğrul, Türkiye’ye yerleşen ve Selamet dergisini çıkaran şahsiyetti. Bu gazetede yazılar yazardı. AKİF ve ŞEHİT HASAN EL BENNA Akif Mısır Ezher’de Türk Edebiyatı Profesörü idi. Aynı üniversitede olan yakın dostu A.Azzam ile evlerinde dini sohbetler yaparlardı. Bu sohbetlere camiadan insanlar katılır, fikir alışverişinde bulunurlardı. Camianın ilim ve edebiyat çevresiyle yakından tanıştı, tanıştılar. Bunlar arasında o eve gidenler arasında büyük dava adamı Şehit Hasan El Benna da bulunmaktadır. Ali Ulvi Karaca anılarında anlatır. Büyük şehit El Benna ve öğrencileri o yıl hacca gelmişlerdi. Birkaç gece görüştük, sohbet ortamında bulunduk. Yine böyle bir gece Elbenna ezanın verdiği manevi haz ve duygu ile kiliselerde çalınan çanın kıyaslamasını yapıyordu. Ben söze girdim ve Ezanın milli marşımızdaki varlığından bahsettim. Okumamı istedi, okudum. Marşta geçen İslami kavram ve kelimeler o kadar hoşuna gitti ki kimin yazdığını söyledi. Şairül İslam Akif, dedim. Zor durumda olduğu halde para ödülünü almadığından bahsettim. Öğrencilerine döndü; Ya İhvan… Hazel iman İstiklal marşı yazıyor, giyecek paltosu yok, ikramiyeyi kabul etmiyor. İman budur işte… İman budur, dedi. Daha sonra kendisiyle tanıştıklarını, 3-4 defa Üstad Abdulvahhab Azzam’ın evinde görüştüklerini söyler. AKİF DEMİR HAFIZDI Cemaatsiz kıldırdığı hatimli teravihleri, hafızlık hocası Arap Hoca ya mektupla şaka yollu şu şekilde haber veriyordu: Üstadı fazılım, efendim; himmetiniz bereketiyle hıfzım demir gibi oldu. Ya bu Ramazan ya gelecek Ramazan 3-4 dayanıklı Müslüman bulursam hatim ile teravih kıldırmak niyetindeyim. Evet, hem hatme dayanacak hem benim sesime dayanacak Müslümanları bulmak kolay değil… Şimdilik bizim Emin’le cemaate duruyorum. Birkaç zaman sonra döndüğümde onu da bulmayınca kendim tek başıma devam ediyorum. İLK GAZETE İLK YAYIN: SEBİLÜRREŞAT Yayınlanacak konular tespit edilir. Bunlar; Tefsir, Hadis, Felsefe, İctimaiyat, Fıkıh, Edebiyat, Tarih,Terbiye, Siyasiyat, Hayatı Akvamı İslamiye, Harekatı İlmiye ve Fikriye konulu köşelerden meydana gelecekti. Halim Sabit’in önerisiyle Tefsir ve Meal işine Akifi getirirler. AKİFİN YORUMU ve TEFSİRE GİRİŞ: Kütüphanelerimizde Arabi- Türki hatta sair dillerde matbu tefsirler olduğu için tekrarını burada nakletmekte bir faide görmyoruz.bunları herkes istediği her yerde okuyup faydalanabilir. Bizim dergide geçecek tefsir eserler yeni yeni bir takım faideler temin edecek, günümüze uyarlanmış, zamana taşınmış bir dirayet tefsiri olacak. Bu noktadan ehemmiyetli buluyoruz. Tefsir ilminin ihyasına çalışağız. Konyalı Vehbi efendi; Tecridi Sarih, Akaidi Hayriye eserleri ve 15 ciltlik Hülasatül Beyan tefsiri ile tanınan bir zat. Akif’in mebus arkadaşıdır. Yazdığı tefsiri bastırmadan önce Akif’e okutmak istemiş ve gözden geçirmesini rica etmiş, onun fikirlerine göre hareket edeceğini söylemiş. Araya koyduğu zat Hasan Basri Çantaydır. KURAN MEALİ TEKLİFİ: 60 vekilin imzasıyla Buhari Tecridi; Babanzade A.Naim’e, Kuran Tefsiri; Elmalılı Hamdi Yazır’a, Kuran meali ; M.Akif Ersoy’a teklif edilir. Mısırda 6 yıl Meal üzerinde çalışan Akif nerdeyse bitirmiştir mealini. 1932-1933 yıllarında dinde reform adında yeni ve keyfi bir din çıkarılmaya çalışıldı. Kurlan bir komisyonda neler değiştirilebilir, Batıya nasıl entegre oluruz, benzeriz hesabı yapıldı. Camilere ayakkabılarla girilmesi, sıraların yerleştirilmesi, piyano beneri müzik aletlerin bile konması teklif edildi. Komisyonda yer alan Ferit kam ve Babanzade dışında karşı oy kullanan kimse çıkmadı. İkisi de üniversite hocasıydılar. Babanzade daha sonra üniversite eğitimine getirilen değişiklikle görevine son verildi. Bu yıllarda tüm Türkiye’de Türkçe Kuran ve Türkçe Ezan okutulmaya başlanmıştı. 5 şubat 1932’de Süleymaniye camiinde Türkçe ezan ve kametten sonra ilk Türkçe hutbe okundu. Hatip minbere başı açık,papyon, kravat ve redingot ile çıktı. Temmuz 1932 diyanetin bir yazısı ile Ezan türkçe okunmaya başladı. 1950 Demokrat Parti, Adnan Menderes dönemine kadar tam 18 yıl sürdü. Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli Ebedi yurdumun üstünde benim, inlemeli! Ayakta alkışlarla kabul edilen bu sözlerin aksine şehadet cümleleri yurdun üzerinden kaldırılmış oluyordu. AKİF ve KURAN MEALİNİN SONU Mısırda öğrenci olan İhsan Efendi, Akif’in değer verdiği bir şahsiyetti. Özü sözü bir, adam gibi adamdı. İşte Akif 1936’da yurda dönerken bitirmiş olduğu mealini bu zata emanet etmişti. Şayet kendisi dönmez veya ölürse bu meali yakmasını vasiyet etmişti. 1961 yılında İhsan efendi hasta yatağında oğlu Ekmeleddin’i çağırır: Oğlum ben ölünce çekmecedeki 2 tomar defteri alıp yakarsın, der. Ekmeleddin ortaokul öğrencisidir. Sayfaları görünce bunun Akif’in meali olduğunu anlar. Çünkü daha önceleri Eşref Edip ve Damat Ömer rıza Doğrul kaç defa istemelerine rağmen babası yaktığını söylemişti. Edebiyatçı Mustafa Sabri’ye bir büyük olarak haber verilir. Heyecan ve korkuya kapılırlar. Ve bunlar İbrahim Sabri (şeyhülislam Mustafa Sabri’nin oğlu), İsmail Hakkı Şengüller, Ekmeleddin balkonda yaktıkları ateş ile Meali yakarlar. Yıl 1961. o yıl, menderes ve iki arkadaşı ülkeyi irticaya sürmekten idam edilmişlerdi. Yine Türkçe ibadet gündeme gelmişti. İşte Akif’in meali böyle bir atmosferde yakıldı.

Hiç yorum yok: