16 Nisan 2009 Perşembe

BİR İSLAMCI ŞAHSİYET: SAİD HALİM PAŞA

BİR İSLAMCI ŞAHSİYET: SAİD HALİM PAŞA ( 1864)- (06.12.1921) İslâm ülkelerinin bilim-teknik alanında geri kalması sonucu sömürgeleşmesi, işgal edilmesi olgusu İslâm dünyasındaki aydınların uyanmasında büyük etken olmuştur. Batının sanayi devrimiyle her alanda gelişmesine paralel İslamcı aydınlar İslam toplumunun çöküş nedenleri ve ihyası için nelerin tekrar hayata geçirilmesi üzerinde durmuşlardır. İslami ölçüleri zaafa uğramış, İslami kurumlardan büyük ölçüde mahrum kalmış ve batılın kuşatması altında bulunan Müslümanların bu zaafıyeti, vahyi ilkelerden bir uzaklaşmayı, bozulmayı ifade ediyordu . Ümmetin içine düştüğü felaketlerin ve içinde bulunduğu bir çok olumsuzluğun nedenini, ictihat kapısının kapanmasında, Kur’an’dan ve O’nun hayata uyarlanışı demek olan Sünnetten uzaklaşmakla alakalı olduğunu savunan görüş sahibi İslami şahsiyetler kendilerini Islahatçı diye tanımladılar veya toplumda bu isimle anılır oldular. Toplumun yeniden inşası ve ihyası için İslam'ın saf ruhuna, Kur'an ve Sünnet'e dönüş için çalışan bu şahsiyetler bozulmayı durdurabilecek çözümün ancak yeniden vahye, öze dönmeyle sağlanabileceğini ve ayağa kalkıp ilerleyeceğini anlattılar. Müslümanların bu gerileme durumunun sebepleri ile bunu tedavi yollarını araştırmaya başladılar. Günümüz Islah Hareketlerinin tarihine bakacak olursak; İslam dünyasında XIX.yüzyıldan başlayarak yirminci yüzyılın büyük bölümüne kadar devam eden fikri çabalar ve çalışmalar olduğunu görürüz. Müslümanlar yeniden İslam’ın ihyası için 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren çok daha hızlı bir İslami faaliyete yönelmişlerdir. Bu İslami faaliyetler İslam dünyasının muhtelif bölgelerinde yer yer daha düzenli bir şekle sokulmak suretiyle İslami hareketlere dönüştürülmüştür ve birbirleriyle etkileşim içinde olmuşlardır. Batılı güçlerin İslam dünyasına özellikle askeri ve ekonomik alanlardaki meydan okuyuşunun hız kazandığı 18.ve 19.yüzyıl döneminde Müslüman aydınlar bu gerileyişin ve bozulmanın müsebbibi olarak toplumun, temel kaynak olan Vahiyden, Kurandan uzaklaşılmasını görürler. İslâm hukukunda ictihad kapısının kapatılması, ilmin ihmali, sabit olmayan (asılsız) naslara sarılmak, şekliyat ve detaylara bağlanmak, mezheb taassubu, dinî kaidelerin teşrî hikmetlerini (felsefesini, faydasını) araştırmayı ihmal etmek bu sebeplerin alt kollarıdır. Islahatçı yazarların eserlerinde görülmeye başlanan dinin yeniden yorumlanmasına ihtiyaç duyulduğu anlayışı –ictihad kapısının tekrar açılması- tüm Müslüman ülkelerde yankı bulmaya başlamış dönemin Osmanlısında da dindarlıklarıyla bilinen bir kısım alim de bu görüşlerden etkilenmişlerdir. Bunun neticesinde Mehmet Akif Ersoy, Mustafa Sabri Efendi, Filibeli Ahmet Hilmi, Said Halim Paşa, Said Kürdi ve daha nice şair, bilgin, düşünür ve yazar;Müslümanlar ile İslamiyet arasındaki ayırımı güçlü bir şekilde vurgulayıp dönemin İslam anlayışının İslam toplumlarını geri bıraktığı şeklinde bir yaklaşımı savunmaya devam etmişlerdir.Bu düşünürler Müslümanların durumunun ve geri kalış sebeplerinin araştırılması, sonra İslâmî düşüncenin cehalet, kör taklit ve batıl saplantı bağlarından kurtulması ve onun hayat, yenilik ve medeniyet yolunda yürütülmesi hususlarını serdetmişlerdir. Kuşkusuz her Müslüman için yakın tarihe yönelik sağlıklı bilgi sahibi olması, ileriye atacağı adımlar ve hareketini sağlıklı temeller üzerine bina etmesi için bu tecrübelerden haberdar olması, yararlanması elzemdir. Yakın tarihimizde yani cumhuriyet rejiminden önceki son Osmanlı döneminde yaşamış, düşünceleriyle o tarihe damgasını vurmuş İslami şahsiyet ve dava adamlarını tanımak, gayret ve çalışmalarından haberdar olmak, bunlardan gerekli dersleri çıkarıp aynı hatalara düşmemek biz Müslümanlar için öncelikli konulardan biridir. İslamcı Düşünür ve aydınlardan olan Said Halim Paşa İslamcılık fikri akımının başlarında gelen bir şahsiyettir. Üç tarz siyaset -Osmanlıcılık, Batıcılık, Türkçülük ve İslâmcılık- olarak adlandırılan bu akımların yeşermeye başladığı dönemde Sadrazamlık ta yapmış olan Said Halim Paşa, hem aldığı Batı eğitimiyle, hem Jön Türklerle ve dolayısıyla İttihat ve Terakki ile olan ilişkisi ve devlet yönetimi görevleri dolayısıyla edindiği tecrübeleri fikirleştirmiş, İslam Dünyasının içine düştüğü bu durum ve çıkmazlar için bir çıkış yolu olacak önemli eserler kaleme almıştır. Bu eserlerini sıralayacak olursak bunlar; "Meşrutiyet, Taklitçiliğimiz, Fikri Buhranımız, Cemiyet Buhranımız, Taassup, İslam Dünyası Neden Geri Kaldı? Ve İslamlaşmak" adlı eserleridir. Batı’da okuyan, batı'yı okuyan ve ülkesine dönen ,"Her yol Mekke'ye gider!" diyen Said Halim Paşa'nın özellikle üzerinde durduğu konuları ve düşüncelerini kısaca şöyle sıralayabiliriz: a- İslâmiyet’in kendine has inançları, bu inançlara dayalı ahlâk nizamı ve ahlâkından doğmuş bir sosyal hayat anlayışı vardır. Bu bütünlüğün tabii bir neticesi olmak üzere yine tamamen kendine has olan bir takım siyaset kaidelerine sahiptir. İslâmiyet kusursuz bir bütün teşkil eden bütün bu esasları dolayısıyla en mükemmel ve en olgun insanlık dinidir. (İslamlaşmak) b- Osmanlı devletini ve toplumunu yıkılmaktan kurtaracak çözümün ancak İslâm’da ve İslâmlaşmada olabileceğini söylemektedir. Bir din olarak İslâm, tek kurtuluş yoludur ve Batı’daki “Her yol Roma’ya çıkar” anlayışına karşılık Paşa’ya göre “Her yol Mekke’ye çıkar” ifadesi ile kurtuluşun da ancak İslâm ile mümkün olabileceğini söylemiştir.[ c- “İnkılâpçılarımız, insanların kanun ve nizamlar için değil, kanun ve nizamların insanlar için meydana getirilmiş olduğunu hiçbir zaman anlayamadılar.” Derken, Batı’da kabul görmüş ve başarılı olmuş uygulamaları ülkemize de aynı şekliyle uygulanmasının başarı getireceğini düşünen Batıcı taklitçi fikrin yanlışlığını anlatmıştır. Yapılan yeni yasaların, ülkenin sosyal dokusuyla, insanların ruh halleriyle ve yaşantısıyla hiçbir yakınlığı yoktur. Batıda, kanlı sınıf ve mezhep çatışmaları sonucu kazanılan “Sınıf mücadelesi ve aristokrasi’ usulünden habersiz bir cemiyeti ‘demokrasi’ usulüne uydurmaya çalışmak, doğru düşüncenin işi değildir. Çünkü Demokrasi; aristokrasi ayrımı olan batının eşitlik anlayışıdır. Bizde aristokrasi yok ki böyle bir hürriyet arayışı olsun. (Taklitçiliğimiz) d- Avrupa’nın kendi sosyal yapısına uygun ve onun için ideal kanunları tatbik ederek ulaştığı noktaya bizim bünyemizin sosyal farklılığına bakmadan aynı kanunları uygulayarak ulaşmak istedik. Anayasa, örf, adet, geleneklerimizi dikkate almadan aynen alınan kanunlarla ıslah yapıla yapıla halk artık ıslaha olan inancını da yitirdi. Fıtrata ve hayat gerçeklerine zıt kanunlar dayatıldı. İttihat ve Terakki de taklitçiliğin kurbanı olmuştur. Osmanlı düşmanı olup her değişikliği iyi zannedip, örf ve adetleri bir anda değiştirmeye kalkıştık. Taklitçiliğin sonu bugünkü gibi anarşidir. Batılı demokrasiye, adaletsizliğe, baskıya karşı savaşarak eğitim ve vatanseverlikle ulaşmıştır. Bizde baskı yoktur ki demokrasi arayışı olsun. Komşudan ısmarlama olmaz. (Meşrutiyet) e- Aydınlarımız batı hayranıdır, kendi memleketini tanımaz, yıkıcı tenkitler yapar, meseleleri izah ve ispat edemediği için inkar eder. Memleketin sosyal, dini gerçeklerini bilmez. Fakat bize akıl hocalığına kalkışır. Yıkmaya uğraşır. Batılı düzeltir, bizimki yıkar. Islah yerine yıkmaya uğraşır. Yeni şeye ulaşan tecrübeleri olmadığı için zorbalığa yeltenir. Keyfi hareketlerle inkılapçı, hakim-i mutlak olur. Batı hayranlarının hali tedavi için tıp kitabı okuyanlara benzer. Kendisinde bütün hastalıkları var zannederek hayatı katlanılan bir yük, çaresiz bir ızdırap sayar. Bütün bilgileri kendini bilmemek esasına dayandığı için daha da karışık bir hal alır. Yabancılaşan aydınlarımızda Fransızca konuşmak, içki, kadın, dine terslikler medeniyet sayıldı. Aile ve toplum bozuldu. Öğretimde sadece fen esas alındı, uymayan herşeyin reddi istendi. Ahlak eksik kalınca edepten mahrum, yenilikçi, cüretkar evlatlar türedi. Halkın ahlakını okullu nesil bozdu. (Buhranlarımız) f- Batıda ilim ve fen Hıristiyanlıkla çatıştığı için maddecilik çıkmıştır. Aydınlarımız bizdeki geriliğin sebebini bu zannettiler. Maddecilik ve dinsizliğe sarıldılar. Bilgi değil, ahlak eksikliğimiz sebebiyle azim, sebat, irade boşluklarımıza rağmen ilim ve sanat elde etmek istiyoruz. Herkes kendini düzeltmeli. İnsana yol çizen akıl ve bilgiden çok ahlaktır. g- Eskiden din diyerek gidilirken haçlı zihniyeti, artık her yere medeniyet diye gidiyor. (Bugün Irak, Afganistan vb. İslam ülkelerine olan işgali) İlerleyen milletlerin Hıristiyanlıktan uzaklaşması, ilerlemenin yolunu öyle gösterdi. Batı dünyası Hıristiyan ruhbanların yerine, rahipleri ilim adamları olan yeni bir din çıkartmıştır. Bu yeni dine imanı, Hıristiyanlığı kadar da ciddidir.(Sekülerizm) Geri kalma sebebi din değildir. Avrupa ilerlemesini ruhban sınıfı engelliyordu. Oysa İslam ilmi teşvik eder. Esas dine uymamakla geriledik. Biz batıya karşı meşru müdafaa durumundayız. Batı ise kendisine ve sömürge düzenine karşı her şeyi taassup yobazlık diye yaftalıyor. Batının düşmanlığını gerçek sebebi dünyayı medenileştirme çabasının önüne geçen İslam şahsiyetidir. Bütün kin ve hücumları bu şahsiyetedir. h- Yeni Müslüman olan toplumlar eski cahiliyet dönemi adetlerinin tesirinden tam kurtulamadılar, neleri terkedeceklerinin bilemediler, din yeni ihtiyaçlara uygun tefsir edilemedi, çare İslam’ın bunlara tesirini arttırmakken tersi oldu. İslam belli bir idare şekline mahkum etmez. Karşılıklı hak ve hukuka riayet ve hürmet edilmek şartıyla ihtiyaçlara göre bir hükümet kurmakta serbest bırakır. İslam ne pozitivist, ne idealist, ne de sosyalisttir. Hepsini kapsar. Müslümanım diyenin İslam’a göre hissedip yaşayıp hareket etmesi gerekir. Siyasette İngiliz, sosyal hayatta Fransız vb. Olamayız. i- İslamiyet’te siyaset: Parlamento kanun koyucu değil kontrolcüdür, murakıptır. Vazifesi iyi bir idare ve adaletle birlikte cemiyetin ilerlemesinde yardımcı olmaktır. Teşri hakkını elde tutan meclis salahiyetli insanlardan oluşur ve vazifesi hükümeti murakabedir. Batıda siyasi partiler tamamen farklı yolları temsil eder. Bizde ise aynı gayeye ulaşmanın değişik yolları aranır.

Hiç yorum yok: