16 Nisan 2009 Perşembe

BEDİÜZZAMAN II. Meşrutiyet Devri

II. Meşrutiyet Devri Said Nursi’nin hapiste olduğu o günlerde İstanbul kaynıyor, meşrutiyet ve hürriyet tartışmaları yapılıyordu. Serbest bırakılmasından kısa bir süre sonra 23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet ilan edildi. Meşrutiyetin üçüncü gününde, Sultanahmet’te düzenlenen mitingde halka hitaben hürriyeti anlatan bir nutuk okudu. Daha sonra İttihatçıların ileri gelenleriyle birlikte Selanik’e giderek, Selanik Meydanı’nda tekrarladığı ve metnini birçok gazetenin yayınladığı “Hürriyete Hitap”17 adlı nutkunda, meşrutiyet ve hürriyet kavramlarının İslâmiyet’e aykırı olmadığını anlatıyordu. Bediüzzaman Said Nursi, İstanbul’da çok hareketli bir siyasi hayat yaşıyor, cemiyetlere üye oluyor, gazetelerde makaleler yazıyor, konferanslara ve toplantılara katılıyor, kendisine yakın bulduğu toplumsal gruplara nasihat ediyordu. Yine bir gün Şehzadebaşı’ndaki Ferah Tiyatrosu’nda, Ahrar Partisi’nin ileri gelenlerinden Mizan gazetesi başyazarı Murad Bey’in bir konferansı sırasında İttihatçılar kargaşalık çıkarmış ve Murad Bey’i vurmaya teşebbüs edecek kadar ileri gitmişlerdi. Kargaşanın kötü sonuçlar doğuracağını anlayan Said Nursi, oturduğu iskemlenin üstüne çıkarak, fikre saygı gösterilmesi gerektiğini anlatıp, salondaki heyecanı yatıştırmış ve büyük bir kavgayı önlemişti.18 O dönem İstanbul’u, bir çok siyasi ve sosyal olaylarla kaynıyordu. Hamalların, İttihatçılara ve Meşrutiyete karşı bir ekonomik engelleme hareketi olarak başlattıkları boykot da bu olaylardan biriydi. Böyle hareketli bir ortamda, İstanbul’da yaşayan ve hamallık yapan Kürtlerin kandırılarak anarşik olayların içine çekilmesinden endişe eden Said Nursi, hamalların yoğun olarak bulunduğu yerleri, özellikle kahvehanelerini gezerek onlara Meşrutiyeti anlatıyor ve boykotu, o sıralarda Bosna Hersek’i ilhak eden Avusturya’nın mallarına karşı yapmalarını tavsiye ediyordu.19 Bu görüşmeler sonucunda hamallar ikna olarak boykotlarını yalnızca Avusturya mallarına karşı uyguluyorlardı. Böylelikle Bediüzzaman, hem çıkması muhtemel bir anarşiyi önlemiş, hem de Avusturya mallarına karşı boykot başlatarak Osmanlı Devleti’nin Milletlerarası politikada Avusturya’ya karşı mesafe kazanmasına öncülük etmişti. O sıralarda Meşrutiyetten ve İttihatçılardan rahatsız olan sadece hamallar değildi. Medrese çevresinde yer alan ulema ve talebeler de meşrutiyetin, anayasanın, hürriyet uygulamalarının İslâmiyet’e aykırı olduğuna inandıkları için içten içe rahatsızdı. Bu rahatsızlığın farkında olan Said Nursi, o devirde yayınlanan bütün gazetelerde makaleler yazarak, İslâmiyet ve meşrutiyet arasındaki uygunluğu, dört hak mezhebin klasik kaynaklarına dayanan delillerle ispat ediyor, medrese mensuplarının toplandıkları yerlere giderek etkili hitap ve nutukları ile onları ikna etmeye çalışıyordu.20 Bu arada Meşrutiyetin ilanından dolayı Doğu’da meydana gelen gerilimin de farkındaydı. Hemen harekete geçerek aşiret reislerine Bediüzzaman imzasıyla telgraflar çekti.21 Hükümet adına çekilen bu telgraflarda, yine meşrutiyetin ve anayasal sistemin İslâmiyet’e aykırı olmadığını anlatıyordu. Doğu illerindeki nüfuzlu şahıslara ulaşan bu telgraflar, oradaki gerilimi hayli yatıştırmıştı. Askerler de yeni yönetimin kendilerine yönelik uygulamalarından rahatsız olunca, kışla dışındaki heyecanlı havanın da tesiriyle üst ve amirlerine, özellikle de Harbiyeli subaylara karşı tepkilerini belirtmeye başlamışlar, meşrutiyetin ve İttihatçıların aleyhine yapılan toplantı ve mitinglerde boy gösterir olmuşlardı. Bu durumun askeriyedeki itaat ve disiplini bozarak telafisi mümkün olmayan tahribata sebebiyet vermekte olduğunu gören Bediüzzaman, İstanbul’un muhtelif yerlerindeki avcı taburlarını dolaşarak onlara nasihatlerde bulunuyordu. Askerlere meşveret ve anayasanın İslami esaslara tam uyduğunu, İslamiyetin de üstlere itaati emrettiğini ve siyasete karışmamaları gerektiğini anlatıyordu.22 31 Mart 1909 tarihine gelindiğinde ayaklanma başlamış ve başkent İstanbul’un kargaşası had safhaya ulaşmıştı. Bu karışıklığın üçüncü gününde Said Nursi, gazetelerde, ayaklanan askerlere hitaben bir yazı yayınlamış ve dördüncü gününde de Harbiye Nezaretine gidip isyan eden askerlere hitap ederek onları üstlerine itaat etmeye ve isyana son vermeye davet etmişti. 11 gün süren isyanı Selanik’ten gelen Mahmut Şevket Paşa komutasındaki Hareket Ordusu bastırdı ve sıkıyönetim ilan etti. İsyanın elebaşıları o zamanın sıkıyönetim mahkemesi olan Divan-ı Harb-i Örfi’de yargılanarak bir çoğu idam edildi. Yatıştırıcı bir rol oynamasına rağmen Bediüzzaman da olaya karıştığı iddia edilerek tutuklandı ve Divan-ı Harb-i Örfi’de, idam talebiyle yargılandı. Duruşma sırasında ikna edici bir üslupla yaptığı müdafaa sonunda beraat etti. Tesirli müdafaasıyla kendisi ile birlikte bir çok kişinin de beraat etmesini sağladı. Bu müdafaa daha sonra “İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi veya Divan-ı Harb-i Örfi” adıyla neşredildi. Serbest bırakıldıktan sonra İstanbul’dan ayrılan Said Nursi, deniz yoluyla İnebolu üzerinden Trabzon’a oradan da Batum, Tiflis güzergahını izleyerek 1910 yılı baharında Van’a ulaştı. Birkaç ay Horhor Medresesinin yeniden düzenlenmesi işiyle meşgul olduktan sonra; Hakkari, Bitlis, Muş, Diyarbakır ve Urfa yörelerini dolaşarak, bölgedeki aşiretleri ziyaret etti. Onların meşrutiyet, hürriyet ve anayasa hakkında sordukları sorulara cevaplar vererek ikna edici açıklamalarda bulundu. Meşrutiyet ve meşveretin İslami temellerini onlara anlatarak meşrutiyetin nimetlerinden faydalanmaları için gayret göstermelerini istedi. Daha sonra bu seyahatler esnasında yaptığı görüşmelerin ve açıklamaların özetini “Münazarat” adı altında yayınladı. Kış mevsiminin girmesiyle birlikte Bitlis, Diyarbakır, Urfa, Antep, Kilis ve Halep üzerinden Şam’a gelen Said Nursi, alimlerin daveti üzerine Emeviye Camii’nde bir hutbe verdi. İslam dünyasının siyasi, ekonomik ve sosyal sorunları ve çözüm yollarını anlattığı hutbesi “Hutbe-i Şamiye” adı ile neşredildi. Şam’dan İstanbul’a gitmek üzere yola çıkan Said Nursi, “Medreset-üz Zehra” adını verdiği üniversitenin projesini Sultan Reşad’a iletmek amacıyla İstanbul’a gitmeye karar verdi. Karayoluyla Beyrut’a, buradan da deniz yoluyla İstanbul’a geldi. İstanbul’da Sultan Reşad’ın tahta çıkışının ikinci yıldönümü münasebetiyle düzenlenen törenlere katılan Bediüzzaman, Padişahın Rumeli seyahatine Şark vilayetlerini temsilen iştirak etti. İstanbul’dan Selanik Limanı’na Barbaros zırhlısı ile gelen kafile, daha sonra trenle, o yıllarda Kosova Sancağı’nın başkenti olan Üsküp’e gitti.23 Seyahatin Üsküp’deki bölümünde, burada kurulması planlanan Üsküp Üniversitesi’nin temeli atıldı. Ancak bu seyahatten kısa bir süre sonra Balkan Savaşları başladı ve Üsküp Üniversitesi’nin yapımı mecburen durdu. Said Nursi, Doğu’nun böyle bir üniversiteye daha çok ihtiyacı olduğunu Sultan Reşad’a anlatarak, Üsküp Üniversitesi için ayrılan tahsisatla Doğuda bir üniversitenin kurulmasını teklif etti. Bu talebi hükümetçe kabul edildi.24 Böylece Medreset-üz Zehra için istediği kararı hükümetten çıkaran Bediüzzaman, İstanbul’dan ayrılarak Van’a döndü. Medreset-üz Zehra’nın temeli, 1913 yılının yaz aylarında, Van Valisi Tahir Paşa ve diğer resmi görevlilerin katıldığı bir merasimle, Van Gölü kıyısındaki Artemit’te atıldı.25 Ancak bu defa da I. Dünya Savaşının başlaması bu projenin de ertelenmesine sebep oldu. Said Nursi de talebeleriyle birlikte Doğu Milis Teşkilatı’nı kurdu ve Van-Bitlis cephesinde gönüllü alay komutanı olarak Ermenilere ve Ruslara karşı savaştı.26 Bu savaş esnasında, Rus birliklerinin açtıkları ateş sonucu bir çok kere yaralanmasına rağmen hep ön saflarda çarpışıyordu. Etrafına şarapnel parçaları düşerken bile Kur’an’ın sönmez ve söndürülemez bir güneş olduğunu ispat yolunda telifata devam ediyordu. Kur’an’ın mucizeliğini çağın insanına göstermek için telifine başladığı “İşarat-ül İcaz” adındaki tefsirini cephede fırsat buldukça yanındaki talebesine yazdırıyordu.27 Bitlis savunması sırasında bir çok talebesi şehid olmuş, yanında yalnızca dört talebesi kalmıştı. Bediüzzaman bir gece, Rus hatlarını yarıp geçmek isterken yüksekçe bir su kemerinden atladı ve bir ayağı kırıldı. Gecenin karanlığında ayağı kırık olarak bir su arkının içinde otuz saat bekledikten28 sonra29 Ruslara teslim olmak zorunda kalan Said Nursi’yi önce Van’a, sonra Culfa, Tiflis, Klogrif üzerinden Rusya içlerindeki Kosturma’ya sevk ettiler.30 Bediüzzaman Kosturma’daki esir kampında diğer esir subaylarla birlikte kalıyor, geçirilen esaret günlerini en verimli şekilde değerlendirmek üzere faaliyetler gösteriyordu. Esir kampı, önceki hayatları harp meydanında çatışmalarla ve cepheden cepheye intikal ile geçen esir subaylar için bir ilim-irfan meclisi, imanlarını kuvvetlendirecekleri bir marifet mektebi olmuştu.31 Esaret günleri, Bediüzzaman’ın subaylara yaptığı derslerle geçerken, Rusların Kafkas Orduları Komutanı Grandük Nikola Nikolaviç, kampı teftişe gelir. Grandük Nikolaviç Bediüzzaman’ın önünden geçerken, kendisini tanıdığı halde ayağa kalkmaz. Bunu kendine bir hakaret kabul eden Nikolaviç, Bediüzzaman’ın idamını emreder. Fakat onun “ben bir İslam alimiyim, imanın ve İslamiyetin izzetini muhafaza etmek için ayağa kalkmadım” şeklindeki açıklaması ile hata ettiğini anlayarak, emrini geri alır. Kosturma’daki esir kampında cereyan eden bu olay, yıllar sonra gazetede bir subayın hatıralarında yer aldığında, Bediüzzaman tarafından da doğrulanmıştı.32 Bir süre esir kampında kaldıktan sonra Ruslar, onun, Kosturma’daki Tatar mahallesinde bir camide kalmasına kefaletle izin verdiler.33 Bediüzzaman, Volga Nehri kenarındaki bu camide hem imamlık yapıyor hem de iman sohbetlerine devam ediyordu. Hayli uzun bir aradan sonra yalnız kalma fırsatını da böylece yakalamış ve bütün hissiyatını, fikirlerini gözden geçirmeye başlamıştı. Bu tefekkür kendi tabiri ile onu “Eski Said’den Yeni Said’e” götüren yeni bir anlayışın ilk işaretleriydi.34 Şubat 1917’de başlayan Rus ihtilali, Rusya’yı alt üst eden büyük bir karışıklığa sebep olmuş ve Çarlık rejimi yıkılmıştı. Ancak yeni rejimin ülke çapında disiplini sağlaması zaman alacaktı. İhtilalin sebep olduğu bu karışıklıktan istifade eden Said Nursi firar etti. Kosturma’dan Petersburg’a geçerek Varşova’ya gitti. Buradan da Viyana’ya geçti ve Alman makamları tarafından düzenlenen bir belgeyle de Sofya üzerinden İstanbul’a geldi.35 Yaklaşık iki buçuk yıl süren esareti sona ermişti. Bediüzzaman, Kasım 1918’de İstanbul’a geldiğinde büyük bir ilgiyle karşılandı. Tanin gazetesi onun İstanbul’a gelişine birinci sayfada yer vermişti.36 Bediüzzaman’ın, I. Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesindeki kahramanlıklarının ve ilmi vukufiyetinin farkında olan Enver Paşa, İstanbul’da kurulma aşamasında olan Dar-ül Hikmet-il İslamiye’ye onun da aza olarak tayin edilmesini hükümete teklif etti.37 Şeyhülislam Musa Kazım Efendi’nin teklifi ile de Sultan Vahidüddin tarafından kendisine İlmiye’de Mahreç payesi verildi.38 “Mahreç Mevleviyyeti” olarak da anılan bu paye, Osmanlı ülkesindeki bütün resmi ulemanın reisi olan ‘Başmüderris’ten sonraki ilmi rütbe anlamına geliyordu. Ancak Bediüzzaman, doktorların tavsiyesiyle dinlenmek üzere Çamlıca’da kendisine tahsis edilen Yusuf İzzettin Paşa Köşkü’ne yerleşti.39 Burada hem istirahat ediyor hem de telifata ve neşriyata devam ediyordu. Kafkas cephesinde gönüllü birliklerinin başında iken Arapça olarak telif ettiği “İşarat’ül İcaz” adlı Kur’an tefsirinin kağıdını bizzat Enver Paşa temin etmiş ve neşredilmişti. Bundan sonra, İman rükünlerinin ispatına dair “Nokta”, çeşitli ayet ve hadisleri tefsir eden “Sünuhat”, Hz Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliğini ispat eden “Şuaat”, Kur’an’ın mucizeliğini anlatan “Rumuz”, sosyal konularda “Tuluat”, tevhidin ispatı hakkında “Katre”, özlü sözleri içine alan “Hakikat Çekirdekleri”, ahlak ve ubudiyet derslerini ihtiva eden “Habbe”, “Zerre” ve “Şemme” adlı risalelerini yazdı ve yayınladı. Dar-ül Hikmet’ten kendisine ödenen maaştan ancak zaruri ihtiyaçları için bir miktar ayırıyor, geri kalan para ile de eserlerini bastırarak ücretsiz dağıtıyordu.40 Bu arada Bediüzzaman’ın fikirlerini çok beğenen ve yaptığı hizmetleri yakından takip eden Sadrazam Said Halim Paşa, Yeniköy’deki yalısını çok büyük arazisi ile beraber ona vermek istemişti. Bediüzzaman bu köşkte hem ilmi çalışmalarına devam edebilir, hem de çok sıkıntılı ve yorucu geçen hayatının bundan sonraki kısmını rahatça geçirebilirdi. Fakat Bediüzzaman, hizmetindeki ihlasa zarar gelmemesi için II.Abdülhamid’in teklifini reddettiği gibi Said Halim Paşa’nın teklifini de reddetti. Çamlıca’daki dinlenme günlerinde Kosturma’da filizlenen ve dünyanın fani yüzünü gösteren tefekkür yeniden başlamıştı. İstanbul’daki siyaset de onu bunaltmıştı. Yeni bir ruhi uyanışın sancılarını yaşayan Bediüzzaman, sık sık Beykoz’daki Yuşa Tepesi’ne çıkarak tefekküre dalıyor ve dünyayla olan bağlarını tamamen koparmaya çalışıyordu. Bediüzzaman’ın Eski Said’den Yeni Said’e geçiş sancıları çektiği dönemde, Devlet-i Aliye de yıkılış sancıları ile kıvranıyordu. Said Nursi’nin Dar-ül Hikmet-il İslamiye’ye tayin edildiği günlerde Osmanlı Devleti, Mondros Mütarekesini imzalamıştı. Mütarekenin sonucu olarak da 13 Kasım 1918’de İstanbul, Müttefik Kuvvetler tarafından işgal edilmeye başlanmıştı. İstanbul’a asker çıkaran İngilizler önce Şehzadebaşı Karakolu’nu basmışlar, sonra hızla başkenti ele geçirmişlerdi. Müttefik Devletlerden İngiltere sadece İstanbul’u işgal etmekle kalmıyor aynı zamanda Türkiye’de kendi politikalarını destekleyecek bir kamuoyu oluşturmaya çalışıyordu. İttihatçılara muhalif yazarlar, bilim adamları, öğretim üyeleri ve politikacılardan çok sayıda İngiliz yanlısı vardı. Hatta bu grup ‘İngiliz Muhipler Cemiyeti’ adı altında bir de resmi cemiyet kurmuş, fahri başkan olarak da Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’yi seçmişlerdi. İngiliz yanlısı kamuoyu ciddi kuvvet kazanmıştı. Bunun üzerine Bediüzzaman, ulema çevresinden de İngiliz propagandalarına destek verenlerin etkisini kırmak ve halkı uyarmak için “Hutuvat-ı Sitte” adlı eserini yayınladı.41 Bu hareketi, İngiliz işgal kuvvetleri komutanı General Harrington’ın emriyle ölü veya diri ele geçirilmek üzere aranmasına sebep oldu.42 Yakalanma tehlikesine karşı sürekli yer değiştiren Bediüzzaman, Hutuvat-ı Sitte’yi gizli olarak matbaalarda çoğaltıyor ve İstanbul’un önemli yerlerinde dağıttırıyordu. Böylece İstanbul kamuoyunda İngiliz aleyhtarlığı uyanıyor ve İngiltere lehindeki propaganda etkisini kaybediyordu. Anadolu’da başlayan İstiklal Savaşı’nın ve Kuva-yı Milliye’nin aleyhine, İngilizlerin etkisinde kalan bazı çevrelerin de baskısıyla çıkarılan Şeyhülislam fetvasına karşı bir de fetva yayınladı.43 Bediüzzaman, yazı ve makalelerinde de İstiklal Savaşını ‘cihad’, Kuva-yı Milliyecileri de ‘mücahid’ ilan ederek Anadolu’daki İstiklal mücadelesini destekledi. İstanbul’da bütün bunlar olurken, Ankara’da kurulan Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Bediüzzaman’ın çalışmalarını ve mücadelesini çok yakından takip ediyor ve takdirle karşılıyordu. Mustafa Kemal ve arkadaşları, müteaddit defalar çektikleri telgraflarla Bediüzzaman’ı ısrarla Ankara’ya davet ediyorlardı. Eski Van valisi Tahsin Bey gibi dostlarının da ısrarlı davetleri sonucu, 1922 yılının Kasım ayı ortalarında Ankara’ya gitti.44 Dipnotlar: 17. Bediüzzaman Said Nursi, Divan-ı Harb-i Örfi, İstanbul 1995, s. 73. 18. A.g.e., s. 26. 19. A.g.e., s. 23. 20. A.g.e., s. 22. 21. A.g.e., s. 21. 22. A.g.e., s. 34; Bediüzzaman Said Nursi, Hutbe-i Şamiye, İstanbul 1995, s. 112. 23. A.g.e., s. 69; Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, Germany 1994, s. 402. 24. Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, Germany 1994, s. 439. 25. Abdülkadir Badıllı, Bediüzzaman Said Nursi: Mufassal Tarihçe-i Hayatı, İstanbul 1990, C.1, s. 297. 26. Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Germany 1994, s. 77. 27. Bediüzzaman Said Nursi, İşârât’ül İcâz, İstanbul 1994, s. 13. 28. Bediüzzaman Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, İstanbul 1997, s. 137. 29. Abdülkadir Badıllı, Bediüzzaman Said Nursi: Mufassal Tarihçe-i Hayatı, İstanbul 1990, C.1, s. 323. 30. Bediüzzaman Said Nursi, İçtimai Reçeteler, İstanbul 1990, C.1, s. 28. 31. Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Germany 1994, s. 77; Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, Germany 1994, s. 451. 32. Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, Germany 1994, s. 431, 448. 33. Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, İstanbul 1996, s. 234. 34. A.g.e., s. 234. 35. A.g.e., s. 234; Bediüzzaman Said Nursi, İçtimai Reçeteler, İstanbul 1990. C.1, s. 29. 36. 25 Haziran 1918(1334) 37. Bediüzzaman Said Nursi, İçtimai Reçeteler, İstanbul 1990. C.1, s. 29. 38. Sadık Albayrak, Son Devrin İslam Akademisi, İstanbul 1972, s. 201. 39. Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, İstanbul 1996, s. 238. 40. Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, Germany 1994, s. 23; Bediüzzaman Said Nursi, İçtimai Reçeteler, İstanbul 1990. C.1, s. 31. 41. Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Germany 1994, s. 76. 42. Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, Germany 1994, s. 387. 43. Bediüzzaman Said Nursi, İçtimai Reçeteler, İstanbul 1990. C.1, s. 193. 44. Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, Germany 1994, s. 462.

Hiç yorum yok: